loader image

Benden Öte Benden Ziyade

            1943 İstanbul doğumlu; besteci, şarkıcı, söz yazarı, televizyon sunucusu ve programcısı, Anadolu Rock müziği kurucularından, kültür elçisi, çocukların Abisi, on parmakta on marifet, on yüzüğü olan, iyi bir gözlemci Barış Manço’dan ve şarkılarından bahsedeceğiz bu yazımızda.

            Ölüm yıldönümünde (1 Şubat) anacağımız Barış Abi’mizin şarkılarını değerlendireceğiz. Ölümünün 21. yılında andığımız Barış Abi’mizin 100’den fazla şarkısı vardır. Hepsini değerlendirmemiz zor olsa da aklımızda kalan, dilimizden düşmeyen, mesaj veren şarkıları hatırlayalım: Arkadaşım Eşek, Ayı, Bal Böceği, Bugün Bayram, Müsaadenizle Çocuklar… Barış Abimiz bu çocuk şarkılarıyla çocuklara kendini sevdirmiş, bu şarkılar dilden dile dolaşmıştır.

            Hastalandığımızda “Nane Limon Kabuğu” tarifi vermiş, komşu kızı “Düriye”yi sevdirmiş, “Süleyman”a sitem ettirmiş, Ahmet Bey’e saygı besletmiş, “Süper Babaanne”nin elini öptürmüş, sarı bilezik taktığı “Kezban”a âşık etmiş, “Kara Sevda”ya düşürmüş, iyi kulak verelim diye bildiklerini, atasözlerini şarkılarına sığdırmıştır. İştahla öğrendiklerini tatlı dille öğretmiş adeta.

            “Eski adamlar doğruyu söylemiş”, diyerek başladığı şarkılarında nasihatlar vermiştir: “Küp suyunu çeker azar azar, keskin sirke küpüne zarar. Bir çiçekle bahar olmaz, can pazarı bu oyun olmaz. Zürafanın düşkünü, beyaz giyer kış günü. Canı kaymak isteyen cebinde manda taşır”…

            Şarkılarının sonlarındaysa nasihat de veririm, kendime de pay biçerim diyerek, “Barış söyler, kendi bir ders alır mı? Barış iğneyi kendine batırır, çuvaldızı başkasına, bol keseden aklı ona buna dağıtır darısı kendi başına” demiştir.

            İlk sevdasının hikâyesini “Domates Biber Patlıcan”la anlatmış, hem hüzünlendirmiş hem de güldürmüştür.

“Kara Sevda”sını betimlemiş, -40 derece soğuk suda yüzebilecek kadar yandığını dillendirmiştir.

“Erkek ağlar mı?” diyen topluma “Gökler ağlıyor ben ağlamışım çok mu?” diyerek anlamlı bir cevap vermiştir.

            “Kimileri kahve kaynatsın, kimi hâlâ dansöz oynatsın, leyleğin ömrü iki lak lak değerler oldu tepetaklak” sözleriyle toplumun değerlerini yitirdiğini düşünerek yakınmış, tüm ümidi çocuklarda görmüştür.

            Bundandır ömrünün son dönemlerinde büyüklere yakınmış, üzülmüş, “Tren kalkmış gitmekte hadi geçmiş olsun birilerine” demekten çekinmemiştir. Ama çocukları yetiştirmeyi son nefesine kadar görev edinmiştir. “İş başa düştü çocuklar” diyerek “Adam Olacak Çocuklar” başlığında, “7’den 77”ye çocuklarla ilgilenmiştir.

            Büyük şehirde büyük adam olan “Süleyman” köyüne dönmüş. Köyünü, değerlerini, benliğini unutmuş ona sitem etmiştir. Dönemin köy-kent farkını çok iyi anlatmış. Hatta bir kentlinin İngilizceden yoksun olmadığını fark etmiş, şarkının bir kısmını İngilizce söylemiştir. Belki de “Süleyman” anlar diyedir. “Sultan Süleyman olmuşsun; ama unutma bu dünya kimseye kalmaz.” diyerek gönderme yapmış, üstünlüğün bir şey ifade etmediğini anlatmıştır.

            Sevdiğine “Anlıyorsun Değil mi?” diyerek haykırmış, kulaklarda güzel bir nağme bırakmıştır.

            Can bedenden çıkmadıkça unutamayacağını söyleyerek sadakatini göstermiştir.

Kol düğmelerini aşk hikâyesine benzetmiş, tek tek betimlemiştir.

“Acıh da Bağa Vir” diyerek girdiği karakterden çekinmemiş, çok şey ifade etmiş, hem düşündürmüş hem de güldürmüştür.

            Babaannesi “Gülpembe”yi şarkılara dökmüş, tüm duygusunu yaşatmış, boğazımızı düğümlemiştir. Biz dinleyicileri güz yağmurlarından korkar hale getirmiştir. Dildeki son türküyü, gözlerdeki son bulutu düşündürmüştür hep. Tanımasak da yanımızda istemişizdir “Gülpembe”yi.

            Bir de sofrası vardır ki tüm dostlarını topladığı. Para pula değer veren insanlara yer vermediği hayatı. Tüm zamanların betimlemesi: “Halil İbrahim Sofrası”

            Tüm sözleriyle etkilediği, her sözden bir ders çıkaracağımız “Kul Ahmet’in Ceketi”ni, “Herkes gömlek giyedursun, Kul Ahmet neden ceket giyerdi? Ya nasip, ya kısmet ne demekti?” diyerek tüm kerametin cekette olduğunu öğretmiştir.

            “Yaz Dostum” demiş, nasihat vermiştir. “Selam almayana yiğit denir mi? Güzel sevmeyene adam denir mi? Boşa geçmiş ömre yaşam denir mi?” diye düşündürmüş, “Sarı Çizmeli Mehmet Ağa”yı bize arkadaş etmiştir. “Yoksulu kaymak bal ile besle, garipleri şal ile giydir, öksüzün kolunu kanadını sar, kimse dünyadan mal ile göçmez.” demiştir.  

Eskilerin, dedelerimizin, ninelerimizin dayanıklılığını, bir yastıkta tam kırk yıl nasıl geçinileceğini, babaannesinin ağzından dinlemiş bize aktarmıştır. “Ufacık bir yuva, nohut oda, bakla sofa; ama sapasağlam ayakta, çeyiz dedikleri yorgan yastık, iki sandık iki de bohça.” İşte bu yüzden tam kırk yıl, kırk yıl, kırk yıl…

            Ölümlü dünyayı unutmayan, her şeyden memnuniyetsiz bizlere Barış Abi’mizden bir mesaj var:

“Sabret gönül sabret, sakın isyan etme

            Bir gün elbet bitecek bu çile isyan etme

            Dört kitaptan başlayalım istersen gel söze

            Orda öyle bir isim var ki kuldan öte kuldan ziyade

            O’nu düşün, O’na sığın, O senden öte benden ziyade”

“Barış’a sorar isen sen bu yolda devam et.”

Mekânın Cennet uzun saçlı bilge!

*Hacı Bayram Veli Üniversitesi Sosyoloji Bölümü Öğrencisi