“Can gözüyle bakan görür Yunus gözüyle gördüğün
Yoksa yaban gözüyle kimseye ne söyleyem”
Neye bakarsan onu görüyor, ne görüyorsan onunla anlamlandırıyorsun hayatı. İşittiklerin, dokundukların, tattıkların ve aldığın kokular da yardımcı oluyor sana. Varlık âlemine dair bulgular yetiyor mu hakikati anlamaya? Yetmiyor elbette. Hele hele insanı tanımak, anlamak; insanın hakikatini görmek için baş gözüyle bakmak yetmez, can gözüyle bakmak gerekir.
Gözler olsa olsa bir kapıdır can evine. Ardında can iklimi vardır, o iklimde kanat çırpan can kuşu vardır. Aslolan ise can kuşunu görmek, onu anlamak ve onunla hemhal olmaktır.
Can kuşunu perdeleyen kabuk öylesine renkli, öylesine eğleyicidir ki, ardına bakma arzusu bile belirmez insanda. Dünya hayatının bütün meyveleri, bütün zevkleri, bütün uğraşları bu kabuğun desenlerini oluşturur. Bu desenler zamanla değişime uğrar, solan renklerin yerini yenileri alır, biten hevesler yerine başka hevesler belirir ki kabuk desenlerinin armonisi yeniden şekillensin.
İşte ey can! Can gözü ile bak bana, can kuşumu gör. Bende gördüklerin bana ait değil. İşim gücüm, mesleğim, malım mülküm, şöhretim, itibarım… Koy bir kenara. Bunları hayat koydu heybeme. Heybem de eskimeye başladı epey zaman önce. Çok sürmez, birer birer düşer içindekiler.
Bedenim can kuşumun kafesidir, onu da geç. Kaşım gözüm, boyum posum, endamım da fazlaca buralı; öteden gelmedi, öteye gitmez. Sadece sesim bir nebzecik eser taşır can kuşumdan, onun çırpınışından. Hepsi o kadar.
Asıl sesimi duymak istersen kapat gözlerini, yaklaş ve can kulağıyla dinle. Cümle cümle değil, nağme nağme değil; sükut sükut duy beni. Lâl olmuş nehri duyar gibi duy, ay ışığınının suda kaymasını duyar gibi duy, karanlıkta kımıldayan yaprağı duyar gibi duy. Duydukça aşina ol; öyle aşina ol ki canıma can kat.
Can kuşumun yaşı yok, ey can! Devran döner, takvimler eskir, mekan değişir; ama can hep aynı can. Hep biraz çocuk masumiyeti, gençlik heyecanı, olgunluk muhasebesi… Beden elbisesi değişse de can kuşunun sıcaklığı, kıpırtısı, şakıması değişmez.
Mademki geçiyoruz dünyadan; öyle ise can yoldaşı olalım. Burada kalacaklara takılmadan, kâr zarar hesabı yapmadan, kimsenin canını yakmadan geçelim buralardan. Geçerken, kır çiçeklerinin seher vaktindeki can suyuna banalım yolculuğumuzu. Yelesini aşk rüzgarı dağıtan bir küheylana atlayıp gidelim. Sonsuzluk kervanına vasıl olalım ey can.
Yan yana olmak yetmez elbette, can cana olmak gerek.