loader image

Hakikat Denen Sevgili

          Tarih, insanın tarihi olsa da aslında hakikatin insan üzerinden kendisini dile getirmesi değil midir?

          Hakikat insan üzerinden dile gelen sevgilidir ve insanlar hakikati dile getirdiklerinde hakikat onların dilinden konuşmuş olur. Bir âşığın maşukundan ayrı düşünülemeyeceği gibi, insan ile hakikat da birbirinden ayrılamaz. Her ikisi birbirlerinde ifade olur ve birbirlerini yansıtırlar. Ancak birbirleriyle bilinirler: İnsan yoksa hakikat, hakikat yoksa insan yoktur.

          Sevgili uğruna sürmedi mi tüm tarihin insanda vücut bulan yaşam hikayesi?

          Hz. İsa (a.s) sevgilisinin otağına, çarmıha yarı çıplak gitti; sevgilisi uğruna- hakikat uğruna türlü çilelere katlandı; fakat hakikatinden asla vazgeçmedi. Sadece İsa (a.s) mı geçmedi hakikatinden? Hz. Muhammed (s.a.v), Sokrates, Bruno, İbn Rüşd, Spinoza, Nietzsche hiçbiri ne olursa olsun vazgeçmediler hakikatlerinden. Dişleri kırıldı, dışlandılar, hor görüldüler, kitapları yakıldı, aforoz edildiler; yalnızlıktan mustarip oldular, yakılıp öldürüldüler, idama mahkûm edildiler; ama sözlerinden geri adım atmadılar. Peki, neden?  Hakikat öyle bir şeydir ki insanın tüm zihnini ele geçirir- çünkü insan hakikate yönelen ideal bir canlıdır özünde.

          Bir düşünce taşıması, düşünebiliyor olması; “hayvan-ı nâtıka” yani düşünen/konuşan canlı olması insanı tasarımlar kurmaya ve kurgular üretmeye zorlar. İnsanı, insan yapan ve aklın ereği olan hakikat arzusu, insanın asli unsurlarından birisi olarak onun yaşama amacının bir kısmını oluşturur. Kimisinde bu hakikat arzusu daha fazladır. Kimisi araştırmadan, bir şeyleri anlamadan yaşayamaz. İşte bu kimileri yalnız ve titreyerek; ama bir o kadar da cesaretle hakikat uğruna kırk gün kırk gece aç kalır veya Sina Dağı’na bir başına tırmanır. Tüm bunları yaptıran işte bu anlaşılmaz hakikat aşkı, hakikat arzusudur.

          Evrende vücut bulan büyük bir şey değil midir bu hakikat?

          Maddeler de sevgili için devinir, sevgiliye duydukları arzuyla var olmuşlardır. Bu arzu çerçevesinde evrilir ve biçim değiştirirler. İşte maddede bulunan bu var olma çabası yani hareket ettirici hakikate erişme isteği, büyük bir arzunun, büyük bir aşkın ürünüdür. Sevgiliye duyulan bu aşk ilk hareket ettiricidir. Aşk olmasaydı âlem olur muydu? Zizek, bu yüzden kızar sevgiye; çünkü münzevidir o. Sevgisizlik ve hiç olmak daha yeğdir onun için. Fakat sûfîler sevgiyle dolup taşabildikleri ve yaşamı olduğu gibi sırtlanabildikleri için “Mevlâ görelim neyler. Neylerse güzel eyler” ilkesine bağlı kalmamışlar mıydı? Bu gerçeği anlayabilmek için sûfî olmak da gerekmez hem, kalpte sevgi taşıyor ve sevgiliyi anlıyor olmak yeterlidir.

          Büyük bir bekleyişin ürünü değil midir hakikat? Vuslat, hakikat kadar değerli değil midir?

          Beklenir hakikat denen sevgili için, sürekli peşinden kovalanır; ama ona erişilemez. Çok nazı sever bu sevgili, çok titrek ve çok arsızdır. Kendisini çok arzulatır. İnsan için ne ulaşılmazsa, ne uzaksa o arzulanabilirdir; ancak o yanındakinden daha değerlidir. Oysa hakikat yanı başımızda durmuyor mu? Gören gözler, işiten kulaklar için hakikat burada; ama sağırlar ve körler gökyüzünde aramaya kalktı onu. Hakikate erişmek, vuslata ermek var mıdır bilinmez. Hakikate ulaşan ulaştım demez, ulaşmayan da ulaşıp ulaşmadığından habersizdir.