Yıl 1948 ya da 1949… Bizim köy Çukurkuyu’ya, Niğde Valisi gelir. Köylüyü ve köyün gençlerini toplar, konuşur: “Çocuklarınızı okutun, özellikle kızlarınızı okutun.” der ve ekler: “Okuyan kız hanım olur, hanımdan bey doğar!”
Bu söz, gençler içinde yer alan ve annemle nişanlı olan babamın kulağına girer, asla unutmaz. Ve başlar macera. Bir ömür bu sözün sağlamasının peşine düşer babam. En büyük ablam, 1954 doğumlu. İlkokulu Niğde-Bor-Çukurkuyu’da okur. Babam, kızlarını okutmak istemekte; ama köyde 1966 yılında ortaokul yoktur. Ama bu, babamı durdurmaz. Dedem, anneannemin vefat etmesi sonrasında Ereğli’de oturan dul bir kadınla evlenmiş ve oraya taşınmıştır. Ablam Ereğli’deki ortaokula yazdırılır. Hafta içinde onlarda kalır. Pazar günü babam, ablamı bisikletle 78 kilometre ötedeki Ereğli’ye götürür. Cuma günleri de gider alır ve köye getirir. Çarşamba günleri de yeniden gider ablamı okul çıkışı alır, onu gezdirir, kebap yedirmeye götürür. Harçlık verir, geri köye döner. Daha sonra bir motosiklet alır onunla getirip götürür. Tam 78 km gidip gelir her hafta, kızı okusun diye.
İlk yılın ortalarından sonra çocuklar okusun diye, köydeki gayet iyi olan düzen bozulur; kuzular, koyunlar satılır Ereğli’ye taşınırlar. Çünkü iki sene sonra, o zaman ilkokul 4’te olan ikinci ablam, ortaokula başlayacaktır. Ereğli’de iki sene kalınır. Orada daimi bir iş bulamaz babam. Çukurova’ya çalışmaya gider, 1968 yılında Niğde’de Karayollarına şoför olarak girer ve aile Niğde’ye taşınır.
İlk önce Kerpişlik Mahallesi’nde, daha sonra Eskisaray Mahallesi, Eski Bor Sokağının Kesikbaş Camii çıkışındaki son eve taşınırlar. (Şimdi Okumuşlar Sokak… Herhalde bize nazire olarak verildi.) Ben, o evde 1969 yılının Ocak ayında doğarım. Daha sonra aynı sokağın bu sefer öbür ucundaki eski bir Rum evi olan, iki katlı, bahçeli, taş bir binayı alırlar ve oraya taşınırız. O ev ileride yıkılacaktır. Çünkü üstünden yol geçeceği bilinmektedir. Yola gidip, yıkılacağını bile bile annemin kiracılıktan nefret etmesi nedeniyle, koyunların parasından kalan para yatırılarak ev alınır.
Babam, Karayollarında şoför olarak çalıştı ve oradan emekli oldu. 1977 yılında evimiz yıkıldı, üstünden beklenen yol geçti, biz bahçesine iki katlı üçgen yapıda, 100 metre kareye oturan iki katlı bir ev yaptık. Çoluk çocuk çalıştık, ben ilkokul üçteydim. Elimden geldiği kadarıyla ben de çalıştım. Küçük taşları, tuğlaları taşımak, su hortumunu tutmak, susayana su vermek, götür getir yapmak, elimden gelen ufak tefek işler…
İlk ablam 1954, ikinci ablam 1958, abim 1962, sonraki ablam 1965, benim bir büyüğüm ablam 1967, ben 1969 doğumluyum. Hepimiz arka arkaya okuduk. Ben en büyük ablamı evde hiç hatırlamam. Çok ufakken öğretmen olmuştu ve evlenip evden ayrılmıştı. Diğer 4 büyüğüm ile birlikte tadına doyulmaz bir çocukluk yaşadım.
Ablamların hepsi okuyordu. Korkunç bir mahalle baskısı ile hem de. Kız çocukları okutulur muydu? Okuyan kızlar kötü yola düşerdi. Lisede her hafta bir kız, çocuk düşürüyordu. Niğde’de bulunan kadın doğumcu, güya, her gün liseli kızlara kürtaj yapıyordu. İftiraların bini bir para… Bunları en yakın tanıdıklarımız, köylülerimiz evimize oturmaya geldiklerinde söylüyorlardı. Annem ve babam bunları hiç duymuyor, sabırla göğüslüyor ve ablamların okuması için her türlü desteği veriyorlardı. Aradan yıllar geçti, iki ablam öğretmen, bir ablam arkeolog, bir ablam ekonomist oldu ve hepsi memur oldular.
Hepimiz okumuş ve memur olmuştuk. Evlenip çocuk sahibi olmuştum. Ablamların da çocukları vardı. Babamla çok iyi bir ilişkimiz vardı. Arada sohbet ederdik:
Bir gün oğlum, bayramda ziyaret etmeye köye gittim. Gittiğim yerlerde çoluk çocuğun eline vereyim diye yarım kiloluk karışık şeker paketlerinden aldım. Tanıdıklarımın evlerine gittim. Gittiğim yerlerde şekerleri çıkardım çocuklara verin diye. Onlar da sen ver, deyip torunlarına, çocuklarına seslendiler: Çocuklar; bakın, dayınız, amcanız ne getirmiş? Ben de çıkarıp şekeri verdim. Çocukluğun verdiği heyecanla elimden paketi alıp yırttılar ve avuç avuç paylaştılar gülerek. Tabi, bu sevinçleri benim hoşuma gitti. Ancak benim çocuklarım böyle yapmaz, dedim. Sizin yanınızda torunlarıma bir şey veriyorum, onlar sizin gözünüze bakıyor, siz al çocuğum, demeden almıyor. Bana yakınlarımın torunları gibi davranmıyor, bağırıp çağırmıyorlar. Dede, bana şunu alsana, diye ısrar etmiyorlar, kavga etmiyorlar. Demek ki, Vali doğru söylemiş. Okuyan kız hanım olur, hanımdan bey doğar, demişti; doğruymuş, dedi. Yukarıda aktardıklarımı bana anlattı.
Bir ömür, Validen duyduğu bir sözü test etmekle geçmiş, her türlü mahalle baskısına dayanmış; ama sonuç umduğu gibi olmuştu. Şükür.