Aynı mekân, aynı ortam; sözün, kalbin, aklın ulaşabileceği mesafe…
Ellerde akıllı denilen kutu, bütün duygu ve düşüncelere, lisan- ı hallere, ihtiyaçlara tercüman oluyor. Birbirine dokunma mesafesi kadar yakın, bir telefon mesafesi kadar uzak olan insanlar, iletişimi bu akıllı kutu üzerinden gerçekleştirmekle bütün sosyalleşme sürecini tamamladıklarını düşünüyorlar. Havada uçuşan kalpler, öpücükler, çiçekler, önemli özel günlere ait mesajlar, likelar, alkışlar, dualar, sitemler, tepkiler… sosyal ağlar yoluyla iletiliyor.
Günümüz insanının yaşamında, ilişkilerinde, iletişiminde en etkin sosyalleşme aracı: Sosyal mecralar. Örnekler ironi gibi dursa da aslında gerçeğin ta kendisi. “İnsan, sosyal bir varlıktır.” Doğumla ölüm arasındaki yaşam süresinde çevresi ile maksimum düzeyde, bağ kurarak yol alır. Ruhsal ve bedensel ihtiyaçları duygu ve düşünceleri, insanlarla kurduğu iletişim sayesinde karşılık bulur.
Rabbin en güzel, en şerefli biçimde yarattığı varlık olan insan; fizyolojik gereksinimleri dışında özleyen, üzülen, ağlayan, acı çeken, mutlu olan, öfkelenen, düşünen, akıl eden, muhakeme yeteneğine sahip, irade sahibi, üreten bir varlıktır. Bunca Rahmani, insani güzellik ve özellikle yaratılan insanın ruhunda ve dünya üzerinde yaşarken talip olduğu sosyal rollerde, sorumluluklarda her daim yine insana ihtiyaç duyar. Danışmak, paylaşmak, öğrenmek, sosyal etkileşimle mümkündür.
Bir çocuğun; ailesine, okula, eğitime, bir çalışanın; yöneticilerine, mesai arkadaşlarına, bir gencin; yol gösteren, idealist, fedakar, donanımlı öğretmenlere, rehberlere, sevgi dolu bir aileye, her insanın; gönül bağı ve kan bağı ile bağlı olduğu eşe, dosta, komşuya her daim ihtiyacı vardır. Sağlıklı ve mutlu bir yaşam sürdürebilmek için insanlarla iletişime muhakkak surette gereksinim duyar.
“İnsan sosyal bir varlık” diyoruz; ama teoride bir hakikati ifade eden bu hüküm, maalesef, günümüz koşullarında pratik bir karşılık bulamamakta, gerçeklikten uzak bir realite sergilemektedir.
Gerçekten de içinde bulunduğumuz çağ, her alanda hızına yetişemediğimiz gelişmelerin vuku bulduğu bir zaman dilimini ifade etmekte. Ekonomik, sosyal, siyasal, insan hakları, teknolojik, bilimsel… birçok alanda limitler zorlanmakta, refah seviyesi her geçen gün yükselmektedir. Ancak madalyonun bir yüzü çok aydınlık ve harikulade görünse de diğer yüzü “değerler krizi” yaşandığı reel gerçekliğinin de ayan beyan ilanıdır.
Maddi değerlerin prim yaptığı bu çağda, manevi değerler korkunç bir erozyona uğramaktadır. Birçok tenakuzu da içinde bulunduran bu zaman dilimi, hızlanmış teknoloji bilgi kaynakları çoğalırken zaman-mekan algısı değişmiş ve nihayetinde de psikolojik ve ruhsal problemlere neden olmuştur. Görsel ve işitsel kitle iletişim araçları yerel değerlerin erimesine, teknoloji sayesinde uzaklar yakın olmuş, kültür alış verişi, farklı coğrafyalarla kurulan iletişim, ortak ahlaki ve manevi değerlerde çözülmelere neden olmuştur.
Kapitalizmin çarkları “ tüketim” endeksli hayat tasavvuru ile dişlerini toplumsal değerlere geçirmiş, insanı sürekli tüketen, tükettikçe tükenen bir varlığa dönüştürmüştür. İkon, moda, marka, imaj, ideoloji, teknoloji ürünleri, sanatçı vb. enstrümanlarla insanlığı esir almıştır. Tek tip giyinen, düşünen, aynı şeylerden zevk alan, hedonist bireyler türemiştir. Popüler kültürün esiri olan gençler; cinsellik, eğlence, spor… gibi olguların negatif etkisine maruz kalmış, meşru olguların tatmin eşiğini aşmış, maalesef birer sosyal uyuşturucuya dönüştürülmüştür.
Hoşgörüyü, kardeşliği, centilmenliği, rakibini alkışlayabilmeyi, yenilgiyi kabullenebilmeyi, öğretmesi beklenen spor dalları, özellikle büyük kitlelerin yoğun ilgisini çeken futbol; fanatizmi, holiganlığı normalleştirmiş, sporun ruhuna tanımına ters düşen bir ritüele evrilmiştir.
Gönül teline dokunan, hislerimize tercüman olan, estetik zevkleri geliştiren, ulvi duyguları coşturan musiki de spor gibi payını almıştır popüler kültürden. Musiki asli görevinin dışına çıkmış, karamsar, isyankar, sesler, sözler bağımlılık yapan maddeler le bir araya geldiğinde ise insanları agrasif (saldırgan) yapmıştır. Depresyon, ümitsizlik, çaresizlik kendine zarar vermeye kadar etkileri olmuştur. Bilimsel araştırmalarda, bazı müzik türlerinin (rock, rap, heavy) şiddeti beslediği ve özendirdiğini ortaya koşmuştur.
Kültür emperyalizmi sonucu ortaya çıkan “bireysellik” ilk etapta olumlu izlenim verse de hakikatte farklı sonuçlar ortaya koymuştur. Mevzu bahis olan “birey” kendini gerçekleştiren sosyal birey olmayıp bencil, egoist, narsist bir kimliğe bürünmüştür. Batı’da sürekli işlenen öz kimlik, öz saygı olgusu bireyi, ruhunu ve manevi değerleri inkar eden robotik ve biyonik bir yapıya dönüştürmüştür.
Böyle bir insan, kalabalıklar içinde yalnızlaşan bir insandır. Toplum içerisindedir; ama sosyal değildir. Bencil, katı, şefkatsizdir. Kalbi katılaşan insan imanî ve insani erdemlerden git gide uzaklaşır. Halbuk İislam’ın tarif ettiği insan, kendisini ve çevresini güzelleştiren, eşsiz yaratılmış bir varlıktır. Yüce Yaradanın ruhundan üflediği, kendine muhatap kıldığı esfel- i safilinden, eşrefi mahlukat mertebesine koyduğu değerli şerefli bir varlıktır.
Dinimizdeki nefis terbiyesi, insanı erdemler, sağlıklı sosyal yaşam, pozitif faydalı toplumsal paylaşımların kapılarını aralayan anahtarlar. Kelime anlamı “barış” olan dinimiz, Allah’ın sonsuz merhamet ve şefkatinin yeryüzünde tecelli ettiği huzur ve barış dolu bir hayatı insanlara sunmak için indirilmiş bir dindir. Allah İslam dininde; terör, şiddet anlamlarını da kapsayan her türlü bozgunculuk hareketini yasaklamış ve bu eylemin içinde olanları da lanetlemiştir. Müslüman; dünyasını güzelleştiren, imar eden insandır.
Uygar toplumlara baktığımızda, az gelişmiş ülkeleri barbarca sömürmekte, sözde barışı sağlamak için gittikleri diyarlara kan, zulüm ve gözyaşı götürmüşler ve o milletlerin kültürlerini, değerlerini, tarihlerini yok etmişler etmeye de devam etmektedirler.
Kitle iletişim araçları kontrolsüz ve sınırsız kullanıldığında da, insanlığın yaradılış gayesine aykırı olarak, psikolojik dünyasında, ahlakî ve insanî gelişiminde, büyük travmalara neden olacaktır. Özellikle çocukların ve gençlerin; temiz, saf dünyası kirlenecek, kalbini ve aklını ele geçirecektir.
Fark edilmek, sevilmek, beğenilmek, takdir görmek, değerli olduğunu hissetmek “dost bir ses, müşfik bir bakış, merhametli bir dokunuş” her insanın eksikliğini duyduğu ihtiyaçlardır. Önemli gün ve gecelerdeki toplu mesajlar, bayramlardaki tatil anlayışı, maalesef bu ihtiyaçları karşılamadan çok uzak, acı bir realiteyi önümüze sermektedir.
Oysa sosyal ağlarda, kitle iletişim araçlarında harcadığımız zamanı, enerjiyi bir insanın kalbine dokunmak, bir müşkülünü gidermek için harcasak, daha çok selam versek, büyüklerin, komşunun, eşin, dostun halini hatırını sorsak, hatır gönül, vefa bilsek, bir fincan kahvenin, zor zamanda uzanan bir yardım elinin, iyiliklerin değerini bilsek harcanan zaman daha kıymetli olmaz mıydı? İyilikleri, güzellikleri çoğaltsak, bir garibin elini tutsak, bir yetimin başını okşasak, bir fidan diksek, bir hayvana merhamet etsek daha güzel olmaz mıydı dünya?
Mesajlarda atılan kalp, çiçek emojileri yerine, sadaka olan güler yüz, mendil içinde harçlık, şekerlikteki lokum ve tatlı dil, nice kapalı kapıları açmaz mıydı, kalpleri yumuşatmaz mıydı? Hoşgörü ve merhametin kuşattığı bir dünya, hepimizin ihtiyacı olan bir dünyadır. Olmasını arzu ettiğimiz dünya için teknolojik nimetlere sırtımızı dönmek değil kastettiğimiz. Onlardan elde edilecek pozitif yararlar esas olmalı. Unutmamalı ki aslolan “insan”dır. Bilim ve teknoloji, insanlığın emrinde ve yararında ise makbul ve değerlidir. Aksi takdirde insan, teknolojinin emrinde robotlara dönüşecektir.
Toplumu, insanlığı yüksek ideallere ulaştıracak; millî, manevi değerleri önemseyen, besleyen çalışmaları ön plana çıkarmak zorundayız. İletişimsizliği ortadan kaldıracak anahtar kavramlar; “sevgi, empati, hoşgörü, merhamet ve adalet”tir. İnsanlarla interaktif diyaloğa geçmek, kurtuluş ve onarım için elzemdir. Fedakarlık, yardımlaşma ve dayanışma, cömertlik ve diğerkâmlık… çok önemli erdemlerdir.
Aile bireylerinin birbirine daha sıkı bağlarla bağlanmasını sağlayan ev ve sofra sohbetleri artmalı, kitle iletişim araçlarına emanet ettiğimiz çocukların, ebeveynleri ile iletişim kurması için türlü sebepler üretilmeli. Aile de sağlıklı bir sevgi ağı kurulmalı, sorunların kördüğüm olmadan çözüldüğü, sıkıntı ve streslerin konuşarak, paylaşarak azaldığı sağlıklı bir sevgi ağı…
Çocuk ailenin aynasıdır, aile de toplumun. İnsanlarla hemhal olmak, selamlaşmak, sarılmak, eksik etmediğimiz tebessüm, sevgi sözleri söylemek, kusur örtmek, eksik tamamlamak, hediyeleşmek, sohbet halkaları oluşturmak, çok ciddi tedavi ve terapi yöntemleridir. Herkesin kazandığı, iki dünyasını da ma’mur ettiği fiillerdir. Hasta olana, darda, yolda kalana, dertli olana el uzatmak, yaralara merhem olurken, ruhlara da huzur ve saadet getirir.
İletişim çağında, iletişimsizlikten kurtulmak istiyorsak dostluklara önem verilmeli, uzaktan uzağa yapay, çakma ilişkiler; yerini, yüz yüze, hakiki kıymetli ilişkilere bırakmalıdır. “Sevgi paylaşıldıkça çoğalır, sıkıntılar paylaşıldıkça azalır.” Dünyevi hırslardan, ihtiraslardan arınarak empati kurabilmek, sempatilere yol açacaktır. Unutmamak gerekir ki. “Bir mum, başka bir mumu tutuşturmakla ışığından hiçbir şey kaybetmez.”
Yunus misali, Yaradan Hatırına:
Gelin tanış olalım,
İşin kolay kılalım.
Sevelim sevilelim,
Dünya kimseye kalmaz.