Bıkkınlık değil bu Beyza, usanç değil. Geceye kinlenip tırnaklarımı geçirerek parlayan her bir yıldıza, avucuma biriktirdiğim şu küçücük aydınlık, ellerimdeki yorgun çizgileri bile gösteremiyor artık bana. Dermanım yok Beyza, âşık olmak tenden âzad etmiyor insanı, tenden kurtulsa, candan düşemiyor insan, geçemiyor gözlerinin üzerine çöken ağırlıktan. Dedim ya, bıkkınlık değil bu Beyza, yoruluyorum.
Seyretmekle yetiniyorum, bazen karanlık gökyüzüne açılan o koca penceremi. Kanatlanıp uçmanın bir duası mı var ki, kalkıp gidebileyim sıcaklığı gönlüme batan yuvam dediğim şu dört duvardan uzaklara. Ne bileyim Beyza, aramızda dağlar var desen mesela, kalkıp hepsine sevdiğin papatyaları ekeyim diye geçiyor içimden. Benim içimden geçince bir şey, tufan oluyor, fırtına oluyor, kıyametler kopuyor Beyza. Issızlaşınca toprak, ay düşsün istiyorum yapraklarına.
Uzaklara attığın her adımda, bir kök daha salıyorum derinliğine çaresizliğin. Sevmek, sevmek yani, nasıl desem, dünyaya ve kendime karşı açtığım bu kutlu savaşta, tek haklı olduğum cephe olsun istiyorum. Kirli bedenimi suya boğarak ortaya çıkardığım ruhsuz heykelin tutup ellerinden, yalnızlığın uğultusundan kurtarmak belki. Hayalin kabuk bağladığı yüreğimi bir mendil yumuşaklığıyla iyileştirip, sesindeki şifalı perdelere sarıp sarmalayarak koyabilsem şehrin orta yerine, bakın, ibret alın, severseniz olur diye.
Yüzümü çevirebilsem bir şu yapışkan dünyadan gökyüzüne. Bulutların yakınımda olduğu, rüzgârlarla bir yalnızlıktan diğerine koşuşturduğu o büyük gökyüzüne. Derinden bir iç çekerek kapatsam gözlerimi, dağ başı gibi sislerle kaplanıyor o yücelik bile.
Göremiyorum Beyza, kör olmaktan değil kaybolmaktan korkuyorum tüm pervasızlığımla. Hiçbir yol kendi yalnızlığıma gidecek kadar bu dünyanın dışına uzanmıyor. Umutla ya da tutkuyla, ne zaman bir yol aralansa önümde, her birinde başka bir kalabalık sancısı çırpınıp duruyor. Ben duruyorum Beyza, dalgınlığım neredeyse bir yok oluşa dönüşene kadar duruyorum o yolların başında. Dünyayla sarhoş olmuş gözleri perdeli insanların yüreklerinden sızan o sessiz iç çekişlerle buluşup çığlık dolu tebessümler fırlatıyorum yüzlerine.
Gülen yüzümü seviyorlar; ama ben kanıyorum Beyza, sigara yanıklarıyla dindirmeye çalıştığım yaralarımın acısını göstermeden kimselere, kimsesizliğimle kanıyorum. En yakınımdan en uzağıma herkes gövdeme kara taşların sağırlığını şifa olacakmış gibi bırakıp gidiyor birkaç teselli dolu kelimeyle.
Duygularımın sessizliğini, sesimin çaresizliğini, gülüşümün acılığını ve sırtımın kamburunu düzeltmeye çalışmaktan, önümde uzanan yolların kıblesini değiştirmekten ve sonu hep başkalarının arzusuna açılan seferlere sürülmekten, yaşamayı bir umursamazlık olarak kabullendim Beyza, herkesin bir uzaklığı koruyarak yarattığı kendi dünyasına kendimden üryan bir güzellik tohumu ekmeye çalıştım gizlice. Fakat Beyza, kendimin dediğim bir dünyam olmadığı için, çiçeklerimi bile kimsesiz bilerek kopardılar nefsimin kanayışına aldırmadan.
Bunu bir bitiş saymıyorum asla, yaşadığım her şey benimle birlikte devam ediyor yaşamaya, yaşanmaya; ölümden başka bitiş bilmiyorum kendi yaşanmışlığıma. Benim duygularım değişmiyor Beyza, tenim hırpalanıyor, saniyeler çizik, dakikalar çizgi, saatler çukur oluyor bedenimde. Bir orman uğultusu gibi yaşadıklarım sürecek içimde biliyorum.
Gökyüzü göz göz ışıyacak karşımda, ben soluk aldıkça dağlar inip inip kalkacak aramızda. Tanımadığım her insanda seni görecek gözlerim; tanıdığım her insana seni anlatacak sözlerim. Orada diyeceğim, orada bir insanın yüreğinin yaşayabileceği en güzel şey, hiç anlayamayacağınız incelikler katıyor ruhuma. Sizin hayal bile edemediğiniz ufukların arkasını o gösterdi bana.
Bütün hayatını bilmek istemiştim, bütün hayatımı unutmaya çalışarak; yapamadım, hepsi bu kadar.