Memleketin tüm meseleleri berberde konuşulurdu. Bu hep böyle gelmişti, böyle gidecekti. İnsan evinde konuşmaz da gelir berberde konuşurdu ülkenin meselelerini. Sadece memleket meselesi mi? Hayır efendim, hangi mesele olursa olsun berberdekiler mevzuya bahis açmasınlar, olacak şey mi? Berberler mahallenin merkezidir deseler yeridir. Mahalleye yolu düşenlere hemen berberi merkezine alır da adresi berbere göre verirdi Kirazlı’nın sakinleri. Sonra sadece memleket meseleleri değil, mahallenin meseleleri de burada konuşulur, karara bağlanırdı.
Geçmiş zaman da konuştuğuma bakmayın efendiler, hâlen de öyle. Maksat öykü olsun. Kim kiminle gezer, kim nerede görülmüş, kimin kime yan baktığı hep burada konuşulur. Kimin evde ne derdi var burada ayan beyan açılır. Anlayacağınız hanımından korkan berbere koşar. Mahalleye muhtar olacak adamın önce berberdeki hazırunu ikna etmesi elzemdir. Nasıl mı? Anlatayım. Berbere kimin işi düşer dersiniz. Elbette ki, saçı olan herkes düşer. Her evden birilerinin muhakkak uğradığı yegâne mekândır berber. Muhtar olacak adam önce berberi ikna edecek ki, işi görülsündü.
İzmir’in Torbalı ilçesinde yıllanmış bir öyküdür Kirazlı Mahallesi. Memleketin yazılmayı bekleyen her köşesinden sadece biri satır başı. Eskiden her evin bahçesinde kiraz ağacı bulunurmuş. O sebeple Kirazlı Mahallesi kalıvermiş adı. Vakti zamanında mahallenin berberi Orhan, kayıtlarda mahalle olarak geçen Kirazlı’ya hizmet gelmesi için söylenmiş ahaliye. Kimseye kendilerini kabul ettirememişlerdi. Nüfus çoğaldıkça daha çok hizmet gerekir olmuş.
Mahallenin ahalisi fabrika işçisi hep. Haliyle içlerinden biri muhtar olursa gel de çık işin içinden. Berber Orhan, ahaliye desturu çekmiş, işi başa düştü deyip muhtarlığa aday oluvermiş. Orhan’a haliyle rakip çıkmamış. Seçilmiş, dayanmış devletin kapısına. Uğraşmış didinmiş, köy oluvermişler. Ne olacak dediklerinde köyün ismi, düşünmüş taşınmış, en makul cevabı vermiş.
“Ecevit Köyü olsun,” demiş. Maksat hizmet görsündü mahalleli. Memur olmazda ısrar edince “Her evin bahçesinde kiraz var beyim. Kirazlı olsun o hâlde,” diyerek tayin etmiş köyün ismini. “Eee efendim, ne yapayım? İş hızlı olsun dedim, ama kimsenin gönlü kırılmasın da istedim. Kirazlı deyiverdim. Ne de olsa herkesin bahçasında Kiraz var. Kimsenin itirazı olmaz buna elbet.”
Orhan bir sonraki seçimde aday olmadı; ama dedik ya, kim muhtar olacaksa Orhan’ı ikna etmeliydi. Herkes geldi konuştu, elbet birileri muhtar olacaktı. Ahaliden biri çıkıştı.
“Biz köy olduk; fakat bize birden fazla mahalle de lazım Orhan.”
Orhan, merak etme bakışı attıktan sonra patlatıverdi acı gerçeği.
“Ha bu dere var ya, onu sınır belledik. Yukarısına ‘Aşağı Kirazlı’ mahallesi dedik, aşağısına ‘Yukarı Kirazlı’ mahallesi dedik.”
“Orhan sanki bu işte bir gariplik var. Aşağısı ‘Aşağı Kirazlı’ olacaktı,” dedi hazırundan biri.
Berber Orhan hiddetle bağırdı. Memura da böyle bağırmıştı esasında.
“Onu elbet ben de biliyorum. Memur yanlış yaptı ha ben ne yapayım? Hem memur dedi ki fark etmezmiş. İstanbul’da da varmış böyle bir yer. Küçükçekmece aslında Büyükçekmece’den daha büyükmüş. Bende yeni öğrendim.”
Alışıverdiler desem olmaz elbet. Bu duruma hiç alışmadılar, unutmayı tercih ettiler. Mahalleleri kimse anmadı. Köy olmuşlardı artık. Bu, bundan böyle postacının bileceği işti.
Kirazlı köyü, dere kenarında büyüyen bir yerleşim oldu. Köyün diğer yerleşimlere nazaran farklı bir yapısı vardı. Köylülerin bir kısmı doğudan göçmeydi. Doğuda iş sorunu hep vardı, kendine yetemeyen, bir avuç tarlası olan toprağını sattı geldi şehre. Şehir dediysek de öyle anlamayın, Kirazlı’ya geldiler işte. Bir fabrikada işe girdiler ilk gelenler. Gelenler diğerlerini de getirdiler. Kirazlı’nın bir kısmı da yerliydi. Karadeniz’den gelen furya vardı birde. Karadeniz’den ilk gelen aile, kaçarak gelmiş. Yani damat kızı kaçırmış, askerlik arkadaşı buranın yerlilerinden Kenan, damada önce bir iş bulmuş çalıştığı fabrikada. Damat kendini toparlamış geçen zamanla birlikte. Aileler ilk başta razı olmamış fakat ilk çocuk dünyaya gelince mecbur razı oluvermişler. Damat dönmemiş memleketine. Tam tersi Karadeniz’den gelenler olmuş Kirazlı’ya. İlk başta birbirlerinden çok çekinseler de alışmış Kirazlı’nın sakinleri birbirine. Hani sizin korktuğunuz gibi hiç olmamış. Huzurla yaşamışlar. Gelen bir süre çalışmış, didinmiş. Borç harç herkes bir köşe kapmış, ev yapmış. Ağaçlar şahittir efendim, gül gibi bakmışlar köye. Her bir şeye sahip olmuşlar. Yeter ki huzur olsundu. Yıllar içinde kız alıp vermişler.
En eskisi Orhan’dı Kirazlı’nın. Yaşı da epey var. Herkes hürmet eder, sever, sayardı. Onun berberi bir mekteptir aynı zamanda. Okul okumayan varsa ilk Orhan’ın elinden geçerdi. Eğitir, büyütür. Meslek sahibi yapardı. Almanya’da onun yetiştirdiği berberler varmış. Hürmetten olsa gerek ikinci berber hiç açılmamış Kirazlı’da. Orhan’ın da baba mesleğiydi berberlik. Babası merhum Şevket, muhterem adamdı. Bazı zamanlar berber Şevket’i anarlar köyün ihtiyarları. Bir gün yine berberde otururken ihtiyarlar yüklendi, Nazmi amcaya:
“Ya Nazmi emice, Berber Şevket’i anlatsana şu bir garip Müslümana”
“Hadi oradan, eğlenecek başka nem bulamadınız mı!”
“Anlat be Nazmi emice, bak İstanbul’dan geldi şu sabiler. Bakarsın biri yazar oluverir, yazarlar seni.”
“Eyi tamam, amma yazıvermesinler, gereh yoh. Lakin Orhan destur verirse ancak anlatırım.”
Orhan:
“Destur senin Nazmi emice, babamı, yıllar geçsin, yine dinlerim senden. Allah sana uzun ömürler versin emmi.”
Orhan’ın gözleri yaşardı. O sessizliğe gark olsun kederiyle, biz öykümüze dönelim.
Nazmi Amca:
“Bir gün evladım, sana deyim 1960. Belki 61 emme ihtilalden sonra edi. Dişim ağrıyor fakat dersin dağ dile gelmiş. Rahmetli babam sızlanmama dayanmadı da tuttu elimden apardı meni. Kime dersin, berber Şevket’e. Mevsimlerden gış… Rüzgâr vurdukça dişim beynimden çıhacak gibi bir ağrı verir. Kar var mı yoh mu hatırlemirem. Hatırlamah da ne! A bu dişimin ağrısından aklım başımda mı? Aklım başımda değildi, ta ki Berber Şevket’in pensesini görene kadar. Tıraş ediyordu rahmetli Hasan emmiyi. Onun da içli sesini hatırlarım yegâne. O kadar. Onun tıraşını bitirdi de aldı eline penseyi. Ben dişimin ağrısını unutdum, koşarkene rahmetli babam tutuverdi. Berberde olanlar beni yatırdılar yere. Şevket penseyi soktu ağzıma güç bela çıkardı dişi. Çıkardı emme yüzünü heç unutmam, yanlış dişi çekmiş idi. Asıl çürük olanı da çekti ki, ben kendimden geçmişim. Aha bu iki dişimin yeri rahmetli Şevket’in hatırası. Nur içinde yatsın. Kirazlı’nın tüm çürük dişlerini o çekerdi.”
Nazmi Amca, yıllar geçtikçe daha da duygusallaştı. Ağladı bir kenarda sessizce. Sonra kalktı gitti. Berber Orhan, yıllardan beri baba yadigârı bu dükkânda yıllarını geçirir. Kirazlı’ya emeği çoktur. Köyün gençlerine sahip çıkardı. Üniversitede okuyan köyün delikanlılarından yazın izne geldiklerinde berber parası almazdı. Okumayan varsa da eline mesleğini verir, gurbete gönderirdi. Berber dükkânı çıraksız kalmazdı. Çırağı da kalfa yapmadan göndermezdi. Her işin kendine göre bir raconu vardı elbet. Berber dükkânı şimdi Erdal’ın elindeydi. Erdal, Muşlu Hakkı’nın küçük oğluydu.
“Okula gönderdim efendim, okumadı. Çok dedim bak, git oku. Bir amir çıkarsın hayatın kurtulur; ama dinletemedim.”
Kirazlı’nın ahalisi Hakkı’nın bu sözlerini çok duyardı; ama herkes bilirdi ki, çocukları okutmayan Hakkı’ydı. Erdal’dan öncekini de okutmadı, Köy ile kasaba arasındaki minibüs hattına şoför yaptı. Çocukların on elinde on marifet. Küçüğüne de Orhan sahip çıktı. Aldı yanına, ilk başlarda getir götür işleri. Erdal her sabah dükkânı açar, temizliğini yapar. Radyoyu açar, çayı demler, edevatı hazır eder ta ki Orhan gelene kadar. Erdal yaşıtlarına göre erken olgunlaştı. Bunda ustasının da payı büyüktü. Kolay mı Orhan’ın çırağı olmak.
Bir sabah, yazın son demlerinde Orhan dükkâna geldi. Hiçbir şey söylemeden oturdu, müşteri koltuğuna. Erdal yutkundu. Ellerini titreme aldı. Bu Erdal’ın kalfalık sınavıydı. Orhan çok duymuştu. İstanbul’da kalfalık okulları açılmıştı da oradan belgesini alan kalfa oluveriyordu. Ee ne de olsa her işin bir raconu var dedik efendim.
“Ben de rahmetli babam beni tıraş ettiydi de öyle oluverdik kalfa. Haydi göster maharetini de, al eline makası.”
Erdal’ın ayakları boşaldı heyecandan. Eline makası aldı. Aynaya baktı ve ustasının rahatına şaştı kaldı. Orhan, Erdal’ın nefes alış verişini hissediyordu. Gözlerini kapatıverdi Orhan, tıraş bitene kadar. Dükkânın önünden geçen mahallenin okumuş delikanlısı gördü o fotoğrafı.
“Hayırlı olsun Erdal kardeşim. Biz okuduk da ne olduk. Allah yolunu açık etsin.”
Hızla yayıldı bu sahne köyde. Yakın olan girdi kapıdan içeri. Kimi şakalaşıyor, kimi Erdal’ın heyecanını yatıştırmaya çalışıyordu. Erdal tüm bu söylenenleri duymuyordu bile. Dükkân ağzına kadar dolduğunda, sakal tıraşına geçmişti bile. Ahalinin dikkatini başka yere çekmek için açtı televizyonu ihtiyarlara. Haberleri dinleyen ahali bir süre sonra televizyonda erken seçim tarihini veren hükümet yetkilisine dikkat kesilmişti.
“Desene önümüzdeki Ramazan ağzımızın tadı kaçacak.”
“Bu adam yaş tahtaya ayak basmaz efendi. Bu işin altında başka iş var.”
Erdal, havluyla ustasının başını kuruladı. Berber dükkânından insanlar Erdal’ı tebrik ederek çıktılar. Erdal rahatlamıştı.
“Huzurumuz kaçacak bu seçimlerle Orhan, huzurumuz kaçacak.”
Yavaş yavaş çıkarken ahali, müşteriler de tek tük gelmeye devam ediyordu. Gelen müşterilerin birini Erdal aldı, birini Orhan.