Doğu Türkistan’da soydaşımız ve dindaşımız Uygur Türklerine karşı Çin devletinin büyük bir zulmü olduğunu hepimiz biliyoruz artık. Bu zulme maruz kalan kardeşlerimizden yüzlercesinin verdiği haberler, izlediğimiz videolar, içimizi dağlıyor, yüreğimizi yakıyor. Bu büyük zulmün, aşağılık uygulamanın, vahşi düşüncenin sadece bir boyutunu dile getirmeye çalışacağım:
İnsanlık dışı uygulamalarla nam salmış Çin devleti, Uygur Türk’ü kardeşlerimizi asimile etmek için şeytanın bile aklına gelmeyecek bir proje ortaya koyuyor: Kardeşlik Projesi. Neymiş efendim, Uygur Türk’ü ile Çin halkı aynı ortamda kalarak kültürel bir gelişme gösterecekmiş. Kargaların bile güldüğü, saçma, anlamsız ve sahte bir proje…
Her eve Çinli erkekleri yerleştiriyorlar. Bunlar aynı zamanda birer ajan. Evde her şey yasak: Namaz kılmak, Kur’an-ı Kerim okumak, oruç tutmak… Kısacası Müslüman ve Türk olmak yasak. Hemen bildiriyorlar. Sonrası büyük işkenceler… Evlere konan Çinli erkekler, Uygur Türk’ü genç kızlarla evlendiriliyor. Bazı kardeşlerimiz, bu zulme dayanamayıp evlendiği gün intihar ediyor. Onlara zorla tecavüz ediyorlar, ırzlarına geçiyorlar, dövüyorlar. Sonraki zaman diliminde, eğitim kampları diye adlandırdıkları toplama kamplarına alıyorlar. Bu toplama kamplarında işkenceler hem psikolojik hem fiziksel. Genç, yaşlı, çocuk demeden bütün mazlumları bu kamplara götürüyorlar.
Toplama kampındaki hücrelerde yaklaşık 25 kişiyle birlikte iç içe kalıyorlar. Tuvalet, hücrenin içinde ve herkesin birbirini görebileceği bir yerde. Uyumak için yatacak bir yer yok. Herkes ya birbirinin omuzunda ya da dizinde yatıyor. Yerlerde fareler, örümcekler… Kimsenin birbirini tanımasına izin verilmiyor. Uygur Türkçesi konuşmak yasak. İletişim halinde olmamaları için haftada bir kez hücreler değiştiriliyor. Kimsenin kimseden haberi olmuyor. Sabahın ilk ışıklarında, Komünist Partisi Başkanı Şi Cinping’in adına zorla şarkı söylettiriyorlar. Yanlış okursan dayak, eksik okursan dayak…
Herkesi çırılçıplak soyup buz gibi yerlere oturtuyorlar. Ellerinin dışında bir yerini yıkayamıyorsun. Yüzünü yıkarsan, sen abdest alıyorsun diye, köpekleri üstlerine ısırmaları için bırakıyorlar. Yan hücrelerden kadınların bağrış seslerini duymak çok da zor olmuyor maalesef. Belirli günler, Uygur Türklerine bir ilaç enjekte ediyorlar. Bu ilaçlar, onları sakinleştiriyor ve istedikleri şeyi kolayca yapmalarını sağlıyor. Bazı ilaçlar var ki onlar da, hamile kadınlarının çocuklarını düşürmek için kullanılıyor. Zorla kürtaj yapılıyor. Anneleri yavrusundan koparıyorlar. Çocukları da ayrı bir toplama kamplarına götürüyorlar. Küçük yaşta oldukları için beyinlerini yıkamak daha kolay oluyor onlar için. Çocuklara kendi değerlerini, milletini, dinini unutturuyorlar. (Cengiz Aytmatov’un ‘Mankurt’ adlı o acı hikayesini hatırlıyorum.)
Kendi vatanında dinini yaşayamıyorsun. Bir Müslüman “Ya Allah!” dediği için tellerle sopalarla dövülüyor. Onlarca camilerden sadece 1 tane cami kaldı. Çoğunu ya yıktılar ya da ataşe verdiler. Oruç tutmak yasak. Sahur vakti ışığı açık olanlar ertesi gün oruçları zorla bozduruluyor. Okullarda su dağıtılıyor, memurlara ise yemek veriliyor. Onların gözü önünde yemek ve içmek zorundalar.
Din, dil, kültür, sanat yasak. Hepsi Çin’in elinde. Uygur Türklerinin bilinen sanatçılarından Abdurehim Heyit, Uçraşkanda (Karşılaşınca) ve Atılar (Atalar) adlı şarkıları yüzünden 8 yıl hapse çarptırıldı. Çünkü o, Uygur Türklerinin dili ve kalbiydi. Son zamanlarında onu gören oğlu, çok bitkin ve zayıf düşmüş olduğunu söylemişti. Büyük bir işkencede olduğu âşikar. Abdurehim Heyit, bu işkenceye 2 yıl dayanabildi. Uygur Türkü’nün şanlı mücadelesinde şehit oldu.
Tüm bu olaylar yaşanırken, Çin hükümeti her şeyi yalanladı. Bazı ülkelerdeki gösteri ve tepkiler karşısında, gazetecileri Doğu Türkistan’a davet ettiler. Gazeteciler için toplama kamplarını okul sistemine çevirdiler. Bütün Uygur Türklerini tehdit ederek orada mutlu olduklarını söylemelerini istediler. Eğer söylemezlerse onları daha kötü kamplara götüreceklerini anlattılar. Tam bir tiyatro… Ne göstermek istiyorlarsa onu o şekilde gösterdiler. Her şey normalmiş gibi… Ama orada hiçbir şey normal değil. Uygur Türklerine soru sorulduğunda, bütün yetkililer, gözlerinin içine bakıyorlar. Gazeteciler diğer toplama kamplarına gitmek isteyince telaşla kabul etmiyorlar.
Çin, Uygur Türklerini teröristlikle suçluyor. Asıl terörist, bu zulmü yapan Çin hükümeti değil mi? Tam bir devlet terörizmi… Tıpkı İsrail’in devlet terörizmi gibi… Zalim Çin yöneticilerinin, hesap günü ağır bir hesapla helâk olacaklarına yürekten inanıyoruz. Her şeyi, bilen ve gören Allah; Kura’an-ı Kerim’de, bu azgınlar için şöyle buyuruyor: “Sakın, Allah’ı zâlimlerin yaptıklarından habersiz sanma! Allah onların hesabını, korkudan gözlerin dışarı fırlayacağı bir güne erteliyor.” (İbrahim Suresi/42)
Aziz Kardeşim! Zâlim, azgın, kâtil, insanlık düşmanı olanların hesabı, elbette öbür dünyada görülecek. Lâkin bizim bir vazifemiz var: Mazluma, dindaşımza, soydaşımıza ve bütün mağdur insanlara sahip çıkmak. Bu hepimizin en temel, en öncelikli görevidir. Zulme karşı susma, zulmü unutma! Kardeşlerini unutma! Çin’e boyun eğme! Sesin ne kadar çıkabiliyorsa bağır! Bağır ki çocukların şu feryatları sussun! Daha oyun yaşındaki şu çocuğun feryadını unutma! “Size yalvarıyorum, babamı geri getirin onu çok özledim.” Unutma! Bağır Türkiye! “Türk’ün özü var olsun!”
*Ankara Özel Hedef Akademi Okulları Öğrencisi