Millî konulara alâka duyanların çok aşina olduğu “Dilde, Fikirde, İşte Birlik” şiarının sahibi İsmail Bey Gaspıralı, 21 Mart 1851 tarihinde Kırım Avcıköy’de doğmuş, bütün hayatını milletinin gelişmesine adamış, yaptıkları, bugünümüzü aydınlatan ve yarınlar için izleyeceğimiz yola ışık tutan büyük Türk düşün adamıdır.
Gaspıralı’nın hepimizin diline pelesenk olmuş, slogan haline getirdiğimiz, toplantılarda, bilimsel ve siyasî etkinliklerde, alanlarda, meydanlarda yaptığımız faaliyetlerde hep bir köşeye astığımız “Dilde, Fikirde, İşte Birlik” şiarı, elbet her birimizin aklına kazınan ve Türk ülküsünün amacı haline gelmiş bir şiardır. Ancak, kanaatimce bu şiardan evvel ve bu gayeye ulaşmadan evvel yapılması gereken işi Gaspıralı bir başka sözü ile bizlere göstermiştir ki, belki de birliğin sırrı bu sözünde yatmaktadır: “Millete hizmet etmek istiyorsan, elinden gelen işle başla.”
Gaspıralı, dönemine göre oldukça iyi eğitim almış, Avrupa ve Osmanlı devletine seyahatler yapmış, eğitimi ve seyahatlerinde kazandığı deneyimleri kendi zihin ve düşünce potasında eritmiş, harmanlamış; Türk-İslam dünyasında gördükleri ile Batı medeniyetini kıyaslayarak, tarihinin altın çağlarını yeniden canlandırabilme idealini nasıl hayata geçirebileceğini sorgulamıştır. Nihayet o, kendi düşün dünyasında yaptığı bütün bu hassas tetkikler neticesinde Türk-İslam yurtlarının hastalığının sebebini bulmuş ve bu sebebi, cehalet dediğimiz mikrobu ortadan kaldırmanın yollarını ve metotlarını sınamaya başlamıştır.
Kendi geliştirdiği ve bu dünyadaki ömrü içinde Türk-İslam dünyasında eğitime damga vuran “Usul-ü Cedit” yani yeni yöntem olarak adını koyduğu metotla, Kırım-Bahçesaray’da halkın da yardımlarıyla açtığı ilk okulun başarısı, Usul-ü Cedit yöntemi ile önce Kırım’da, bir iki on yıl içinde de Denizli’den Kazan’a, Kalkandelen’den Kaşgar’a bütün Türk-İslam yurtlarında, eğitim yurtlarının, okulların açılmasını sağlamıştır. Kısa bir sürede sayıları beş bini aşan Usul-ü Cedit okulları hemen hemen bütün bu coğrafyada halkın “kooperatif” şeklinde birleşmesiyle, bu yurtlara hakim olan devletlerden yardım almadan açılmış ve XX. yüzyılın ilk yarısına damga vuran ve bugün pek çoğumuzun hayranlıkla okuduğu pek çok bilim insanı, siyasetçi ve aydın bu okullardan yetişmiştir.
Gaspıralı, bir taraftan Usul-ü Cedit okullarıyla milletinin eğitim seviyesini yükselterek cehaletle savaşırken diğer taraftan 1883 yılında Kırım’da yayımlamaya başladığı “Tercüman” gazetesiyle fikirlerini yaymak, halkı uyandırmak, birlik duygusunu canlandırmak için çalışmalarını yürütmüştür. O’nun Tercüman gazetesinde yayımlanan makaleleri, yazıları, seyahatnameleri, şiir ve hikayeleri hep tek bir gayeye yöneliktir. Milleti eğitim yolu ile uyandırmak, medenî, gelişmiş, müreffeh bir toplum olarak varlığını millî ve manevî değerlere bağlı olarak sürdürmek. Bu gaye ve emele yönelik olarak Gaspıralı’nın hayatı boyunca izlediği yol ve yöntemleri tahlil ettiğimizde, karşımıza gerçekten de çok güçlü bir zihin dünyası, sokaktaki işportacıdan, okuldaki öğretmene, dağdaki çobandan kasabanın zengin eşrafına hitap edebilen bir dil ve anlatım, beşikteki bebeğe masaldan yetmişindeki aksakala risale, medresedeki hocaya ilmî tezden mektep sırasındaki talebeye ders kitabı üretebilecek bir birikim, her yaşta insana yol gösterebilecek bir iletişim zekası karşımıza çıkmaktadır.
O’nun günümüz gençliğine hitap ederek bugünün gençliğini dahi etkileyebilecek onlarca eseri içinde özellikle iki eserine dikkat çekmek gerekmektedir: “Dar-ür Rahat Müslümanları” ve “Kadınlar Ülkesi”.
Jules Verne’in ve dönemin birkaç Batılı yazarının bilim kurgu türünün temellerini henüz yeni yeni atmaya başladığı, Bram Stoker’in fantastik edebiyat türünün ilk eserlerini vermeye başladığı ve deyim yerindeyse alternatif fantastik evren kurgulamanın henüz bu edebiyat türünde örneklerinin pek de fazla görünmediği dönemde İsmail Bey Gaspıralı’nın yazdığı bu iki hikâye, onun insan kitlelerine hitap edebilmek için ne denli zengin yöntemler kullandığının bir göstergesidir. Doğrusu, her iki hikâye de fantastik, bilim kurgu türünün Türk edebiyatındaki ilk birkaç örneği arasında tanımlanabilir ve değerlendirilebilir.
Gaspıralı’nın hikâyelerinde sıkça kullandığı Molla Abbas karakteri, bu iki hikâyenin de baş kahramanıdır. Molla Abbas, İber Yarımadası seyahati esnasında bir tesadüf eseri dağlar arasında kurulmuş ve yüzyıllardır saklanmış Dar-ür Rahat Müslümanları adlı ülkeyi bulur ve burada kendi evrenine alternatif farklı bir evrende çeşitli maceralar yaşar. Molla Abbas, daha sonra Kadınlar Ülkesi hikâyesinde ise kadınların egemen olduğu bir ülkeye kazara düşer ve yine maceradan maceraya atılır. Gaspıralı, her iki hikâyesinde de fantastik, bilim kurgu türünün nitelik ve öğelerine uygun olarak iki alternatif dünya kurgular. Ancak, yine her iki öyküsünde de kendi gaye ve emelini vurgulamaktan asla vazgeçmez.
Evet, Gaspıralı sadece bir şiarın sahibi olmakla yetinmemiştir. O, bütün ömrünü milletinin kalkınmasına, ayağa kalkmasına adamış, milletine hizmet etmek için elinden gelen işle başlamıştır. O’nun eserlerini okurken gözümüze çarpacak ve bizlere örnek olacak ilk ve en temel özelliğinin “çok yönlülüğü” olmasıdır. Çünkü ona göre cehalet, tek cephede değil her cephede savaşılması gereken bir düşmandır.
Yarını sağlam temellerle kurmak istiyorsak, dünümüze, tarihimize bakmalıyız. Orada bir devirde görebileceğimiz aydınlığın ateşi, Gaspıralı olarak karşımıza çıkacaktır.