loader image

Üsküdarlı Nezihe (2)

Gündüzler bir şekilde geçiyor da akşamlar bir türlü gündüze dönmüyor. Saatin her bir vuruşu, kalk yat Nezihe, diyor. Kimi bekliyorsun ki… Geceyi beklesen ne diyor, sabahı beklesen ne… Varlığın ne ki, yokluğun ne olsun.

Sonra göğsüme bir ağrı giriyor. Taksiye atladığım gibi yalnızlığımı yalnız bırakıp buraya geliyorum. Muayene oluyorum, iyice de bakıyor gibiler aslında; ama bir şey yok diyorlar.

“Ah be avladım! Bir şeyim olmasa gelir miyim ta Çamlıca’dan buralara? Hastayım ki geliyorum. Siz bulamıyorsunuz benim hastalığımı. İyi okuyamamışsınız. Yetmemiş, altı yıl daha okuyun siz.” diyeceğim diyemiyorum, kırılırlar.

İşte böyle gelip giderken tanıdım bütün doktorları, hemşireleri. Şu parlak oğlan, buranın en iyilerinden. Lakin pek bir titiz. Boşuna parlak değil. Bir muayene eder, ellerini 3 kere sabunlar. Evlilik yüzüğünü, saatini muayeneye başlamadan çıkarır koyar dolabına, kapının ucundan gözlerim.  Hastalara değerse bir daha kullanamazmış, öyle diyor. Evde de böyledir bu. Karısına Allah sabır versin.

Buraların kıdemlisi şu posbıyıklı, sert tavırlı, suratsızdır; ama yufka yüreklidir. Görünüşü de karakteri gibi; sakalına sakal, bıyığına bıyık. Ama gelgelelim o leopar desenli çoraplar da ne? Tövbeler olsun, ben utanıveriyorum onun yerine. Leoparlı mı ararsın? Kırmızı güllü mü? Kalpli mi? Kırmızı dudaklı mı? Hiç hayır kalmadı yeni yetme erkeklerde. Sus Nezihe sus, ısır dilini de sus…

Şu sandalye sanki daha rahat, ben oraya geçeyim en iyisi. Aman burası da pek esiyor. Temizlikçi Yurdanur geçmiş yine buradan. Saat tam altıda bu kata iner, buraları temizler. Açık bırakır bütün pencereleri. Yahu hiç düşünmez mi ki bu kadın, kaç kere söyledim. Burada sürekli üşüyen yaşlılar da var.  Ufacık esintiden alırım ben. Anlamıyor ki kadın. Kendi gibi yağlı sanıyor milleti. O yağla üşümezsin tabi.

Şu hemşire kızcağız da yeni evlendi. Buldumcuk olmuş gibi fıttırı fıttırı geziyor. A kızım diyorum, hasta olursun yavrum evladım diyorum, çok ince giyiniyorsun diyorum, şimdi sen lohusayla birsin diyorum; ama anlamıyor. “Nezihe Teyzeciğim onlar eskide kaldı, şimdi böyle şeylere kimse inanmıyor.” diyor, gülüyor geçiyor.  Eskiye hiç itibar etmiyorlar, nesi varmış eskilerin? Yeniler çok mu iyi? İtikat falan yok bu yeni yetmelerde. Bir gece basarsa seni o alkarısı kendini kırmızıya satsan yine kurtulamazsın. Nezihe Teyzem dediydi dersin.

Şu kendini yakışıklı sanan kıtipiyoz oğlandan da hiç hazzetmem. Bir fırıldak bir fırıldak…  Bize ayrı konuşur, hasta yakınlarına ayrı. Hele hasta yakını genç ve güzel bir kızsa. Tillahı gelse tanıyamaz. Ağzı burnu yamulur konuşurken, şekilden şekile girer.  Her zamanki dangıl dungul konuşmalarından eser kalmamıştır. Kibarlıktan kopacak. Ah o saf, o acemi, o toy genç kızlar yok mu? Hemencecik içleri erir, aldanıverirler bunun bu hallerine. Ah bu kız milleti de böyledir. İki güzel söz, iki çapkın bakış yoldan çıkarıverir buncağızları. Birkaç tanesini hastanenin kapısında çevirdim de anlatıverdim gerçeği. Bak böyleyken böyle dedim. Doktor diye aldanma, içi ayrı dışı ayrı dedim. Sana hayır gelmez bundan, dedim de kurtuldular. Şansları varmış, ben buradaydım da kurtardım kızcağızları. Ben olmasaydım kim bilir bu çapkının kaçıncı sevgilileri olacaktı zavallılar.

Kendi gönül işleri bitti, bana da geçen gün diyor ki utanmaz: “Ben senin derdini biliyorum Nezihe Teyze, gel seni evlendirelim. Şöyle helal süt emmişinden bir tane dayı bulalım sana. Yalnızlığından kurtulursun. Şekerin, tansiyonun, kalbin malbin ahenge girer, unutursun buraları falan. Yemeğini yapar, heyecanla kocanın camiden gelişini beklersin.” diyor. Zevzek! Ne yapacağım ben evlenip bu yaştan sonra. Bir de körpecik gelin miyim ki ben, yemekler yapıp heyecanla kocamı bekleyecekmişim ay? Sert bir bakış attım da sıvıştı gitti yılışık. Kim bilir hangi hemşirenin peşine…

Ama Leyla doktorumu ayrı severim. Çok hatırşinastır. Hoş tutar gönlümü. Hasta aralarında sohbet eder benimle. Teyze bile demez. Nezihe Teyzem der, dillerini sevdiğim. Bazen sandalyesine bile otururum. Bilgisayarının ekranına bakarım. Anlamam; ama bakarım. Vakit geçiyor ne güzel.

Sadece doktorlar mı? Düzenli kontrole gelen hastalardan bile ahbap olduklarım var. Geçenlerde bir tanesi kontrolüne gelmedi. Adı okundu okundu, yok… Bir zaman sordum soruşturdum doktorlara, hemşirelere. Ölmüş meğer, çok üzüldüm. Kesin yalnızlıktan ölmüştür. Beni de öldürmesinden korkuyorum.

Hele bir kart horoz vardı. Girer çıkar, doktorların yanına usulca sokulur, mavi hap izni isterdi. Güya kendince sessiz konuşurdu. Bütün kapıdakiler işitirdik. Birbirimize bakıp gülerdik içten içe. Ne yapacaksa mavi hapı, 85 yaşında bilinmedik bir yerlerde nalları dikecek o olacak… O da gelmedi sonraları. Sonunda birinin canına yetti de başından savdıysa bir mavi hapla… Beni de bir gün başlarından savmak ister mi biri? Aman hafazanallah! Ağzını hayra aç Nezihe!

Böyle işte. İyi buralar, kaynaklı. Yalnızlıktan iyi… İlaç kokusu mokusu… Acil’in kavgası gürültüsü çok; ama yalnızlıktan iyi. Buradaki her olay film bana. Oturuyorum izliyorum. Çekirdek de olsa… Utanmasam örgümü de getireceğim. Eve gidip ne yapacağım? Yalnızlıktan iyi…

Giyeyim pardösümü de gideyim akşam oldu.  Gideyim çekeyim kopkoyu perdelerimi. Bekliyordur şimdi beni evde, saate bakıp bakıp telaşlanıyordur melun! Gözünü belertip “Nerede kaldın?” diyecektir. Parmağını sallayacak, cık cık çekecektir. Hem çöpçü oğlum da gelmek üzeredir, bulamaz şimdi beni, telaşlanır içten içe.

Gideyim ben, varayım gideyim. Hayat sevincimi, dünya telaşemi, kalabalığımla birlikte gözlerimin ışıltısını da alıp çantama koyayım da gideyim.

“Haydi oğlum şuradan bir taksi çeviriver bana!”