loader image

Günebakanların Arasından

2020 yılının Kurban Bayramı’nda, bu ağustos sıcağında Ukrayna’da yaşayan soydaşlarımıza, sıla-i rahim için Türkiye’den selamlar, dualar ve yardımlar ile geldim. Bana bir görev verilmişti ve layıkıyla yapılması icap etmişti. Ben üzerime düşeni büyük bir memnuniyetle yaptım.

Soydaşlarıma selam vermeye geldim. Zemin üzerine nakşolmuş yüzlerce yıllık nal izlerini seyrederek, hissederek izleye izleye Novoalekseevka’ya geldim. Bayram sabahıydı. Camiyi kolayca buldum. Evler tek katlı ve bahçeli olduğu için süngü gibi beliren minare çabucak fark edildi. Henüz güneş doğmamış, tan ağarmamış; fakat insanlar camiye tek tük gelmeye başlamıştı. Merhabalaştık.

Bin yıllık hasretle sarıldık. Sarılan bendi; ama taşıdığım hasret heybede birikmiş yıllanmış bir hasretti. Benim değil bana emanetti.

Novoalekseevka, küçük bir yerleşim birimi, on beş bin civarında nüfusu var. Beş bin civarında Kırım Türk’ü orada yaşamını idame etmeye çalışıyor yokluklar içinde. Bu kasaba, Kırım sınırında, doğal olarak ben de sınırdayım. Domates ve günebakan tarlalarının bitiminde hemen şuracıkta Kırım. O yüzden gönlümden ve dilimden geçen “Ben Kırım’dayım.” oluyor. Sürgün sonrası yurda dönüş için toplanılan yer olmuş burası. Kapılar kapanınca da Küçük Kırım oluvermiş Novoalekseevka.

Kırım’da su aynı su tadı başka, gece aynı serinliği başka, güneş aynı sıcağı başka, kavun aynı lezzeti başka, evler aynı pencereleri başka, yollar aynı yürüyeni başka, çocuklar aynı giyimleri başka, ezan aynı avazı başka; iyilik aynı-muhabbet aynı hepsi aynı bakışlarda, gözdeki yaşta akıl taşıyan başta duvardaki damgalı taşta her şey Türkiye ile aynı.

Caminin avlusundayım, birkaç yaşlı adam bir şeyler söylüyorlar. Kırım Tatarcası ile konuşuyorlar. Biraz dinledikten sonra siz de kendiliğinden onlar gibi konuşmaya başlıyorsunuz. Sanki Anadolu’da;  Burdur, Kastamonu, Aydın ya da Sivas şehirlerinde halk pazarında geziniyorsunuz gibi bir hisse kapılıyorsunuz. Biraz sonra yanıma yoldaşım, ağabeyim Cem Baba geliyor. Birlikte köyleri ziyarete çıkıyoruz. Gönül dostları ile buluşuyoruz. Çocukları sevindiriyoruz. Gülüyorlar;  içten, samimi, çocukça sarılıyorlar sıkıca. Derken güneş batıyor. Vedalaşıyoruz.

Trenle saatlerce yol alıyoruz. Bir ara uyumuşum. Rüyamda akıncılar atlarını sürüyorlar. Ellerinde kargı, yay ve ok… Hızla bir yere gidiyorlar. Bağırmak istiyorum, katılmak istiyorum; ama hareket edemiyorum. Günebakanların kenarındayım. Güneş var, toynak ve nal sesleri uzaklaşıyor. Bir elma düşüyor günebakanın dibine. Almak için uzanıyorum. Birden uyanıverdim. Hâlâ trendeyim, camdan dışarıya bakıyorum, uçsuz bucaksız günebakan tarlaları ve kulağımda toynak sesleri…