loader image

Toprağından Kopan Kardeşler

 

“Hakikat, aramakla bulunmaz; ancak bulanlar hep arayanlardır.” (Bâyezid-i Bestâmî)

Sosyal Hizmetler çatısı altında çalıştığımdan beri birçok hikayeye şahit oldum. Gizlilik ilkesi gereği kişilerin isimlerini değiştirmek zorundayım. Zaten bazı bilgilerin gerçekliği de farklı olabiliyor; çünkü biz beyanlara ve kişilerarası ilişkilere bakıyoruz. Mahkeme, Sosyal Hizmetlere “Bunlar kardeş mi?” diye sorduğunda, özetle “Kardeş gibi ilişkileri var.” diyebiliyoruz.

Bu hikaye, Rashid ile Samir’e ait. Vatanları Afganistan’dan kopup yıllarca ayrı kaldıktan sonra birbirlerini bulmalarının hikayesi…

Anlatımların ve betimlemelerin çoğu Rashid’e ait. Rashid, Kore filmlerinden fırlamış gibi yakışıklı bir çocuk. Asabi, fevri, duygusal ve çok derin ifadeleri var. Rashid ile İngilizce görüşüyorduk; fakat beni çok yanlış anladığını fark edince, Afganca tercüman soktuk araya. Sonra fark ettim ki tercümanı da yanlış anlıyormuş. Aklınızdaki düşüncelerinizin, karşı tarafı dinlemenize mani olduğu zamanlar olmuştur. Rashid’in iki sene öncesine kadar tek derdi, kardeşlerini bulmaktı. Son bir senedir derdi, Samir’in öz abisi olduğunu ispat etmekti. Sonraki hedefi, Samir’i Türkiye’den İsveç’e götürmek oldu. Şimdi ise hedefi nedir bilmiyorum. Rashid ile tercüman vasıtasıyla da anlaşamayınca, Rashid yerine, İsveç’teki öğretmeninin Türk bir işletmeci arkadaşı sayesinde iletişim kurmaya başladık. Ben Türk’e anlatıyordum, o İsveççe arkadaşına, o da yine İsveççe Rashid’e. Anlaşabildik mi? Eh işte.

Samir kim? Samir, Rashid’in kardeşi. Türkiye’ye geldikten yaklaşık iki ay sonra kan bağı bulunan kimsesi olmadığı, “Refakatsiz Çocuk” statüsünde olduğu için, devlet korumasına alınmış ve bir Koruyucu Aile’nin yanına yerleştirilmiş. Ailesi dağıldığında çok küçük bir çocuk olduğu için çok bir şey anlatamadı Samir. Onu tanıyanlar ve resmi belgeler konuştu onun yerine. Zaten çok suskundu. Rüzgârın esmesini bekleyen yalnız başına bir yaprak. Hikâyenin sonunda ne olduğunu da belirteyim. Şimdi abisiyle aynı ülkede, fakat hâlâ ayrılar. Nasıl yani? Anlatıyorum.

Bundan yedi sene evvel, Mezar-ı Şerif kentinin arka mahallelerinde, çamaşırların dar sokaklara asıldığı ve Dari lehçesinin konuşulduğu Şii yerleşimlerinde, Nazır ailesinin reisi Selâm Resul, henüz yirmi yaşına yeni basmış oğlu Hüseyin ve on iki yaşındaki Rashid ile birlikte Balkh Üniversitesi kampüsünde bahçe işleri ile ilgilenmekteydiler. Selâm Resul’un medresede birlikte büyüdüğü arkadaşı Muhammed Ali, gençliğinde Taliban’a katılmıştı ve bu aralar polis teşkilatında mahalle bekçisiydi. Sık sık Selâm’ın yanına gelir ve Taliban’a katılması ve çocuklarını bu hizmete vermesi için baskı yapardı. Bugüne kadar Selâm’ı Taliban’ın şerrinden korumayı başardığını, durumu artık idare etmekte zorlandığını, olacaklardan sorumlu olmayacağını söylerdi. Taliban, Selâm’dan oğlu Hüseyin ve on üç yaşındaki kızı Fatıma’yı istiyordu.

Bir sabah, gün yeni ağarırken, evin kapısı kırıldı ve içeri silahlı adamlar girdi. Selâm’ın beş çocuğunun odasında abi Hüseyin kapıyı aralayarak kardeşi Rashid ile birlikte içeri baktı, babaları uzun boylu ve iri yapılıydı, gelen adamlar da hayli cüsseliydi ve anneleri Nikbaht, üstünü çarşafla örterek Selâm’ın arkasında gizlenmeye çalışıyordu. Tartışma büyüdü ve sesler yükseldi derken, bammm!

Rashid’ın gözyaşı ile parlayan korku dolu gözünde, babasının göğsünde patlayan silah ile gerisin geriye düşüşü görülüyordu.

Hüseyin’in tek katlı evin penceresinden bütün kardeşlerini toplayıp da nasıl dışarı fırlattığını anlatmak güç. Annesini almak için içeri gidecekken annesinin canhıraş bağrışları arasında götürülüşüne şahit oldu. Annesi, Taliban tarafından kaçırılıyordu ve Hüseyin, kardeşleri ile kalmaya karar vererek pencereden atladı. Askerler evde çocukları aradılar; ama bulamadılar, perdesi dışına çıkmış pencere de hiç dikkatlerini çekmedi. Nasıl olsa dönerler diye evin içine bir nöbetçi koyup yan daireyi ziyarete gittiler.

Hüseyin dört kardeşini alıp akrabaları Seyit’in evine geldi. Birkaç gün burada kaldılar. Hüseyin, her gün sabah evden ayrılıp, annesini arıyor; fakat bir haber alamıyordu. Mehmet isimli Türkmen bir arkadaşı Hüseyin’e birkaç kişinin Ali isimli aracı bir adamla anlaştığını ve o adam sayesinde İsveç’e gideceklerini duyduğunu söyledi. Hüseyin hemen Mehmet’in dediği kişiyi buldu ve başından geçenleri anlattı ve kendisini kardeşleriyle birlikte İsveç’e götürmesini istedi.

Kaçakçı Ali: Ne konudan bahsettiğini bilmiyorum, böyle işlerle uğraşmak tehlikelidir.

Hüseyin: Böyle işlerle uğraştığına eminim. Karşılığını öderim.

Kaçakçı Ali: Dinin nedir?

Hüseyin, şaşkınlıkla ve mırıldanarak bir şeyler söyledi.

Kaçakçı Ali: (dikkatle Hüseyin’in tavrını izledikten sonra) Seni ve kardeşlerini aldırmam için nerede kaldığını bilmem gerekiyor.

Hüseyin: Amcam Sadık’ın evinde saklanıyoruz

Hüseyin, Kaçakçı Ali’nin kendisini Taliban’a ihbar etmesinden de korkuyordu. Kaçakçı kendisine şu an yardımcı olamayacağını, İslam’dan bütünüyle kopup Hristiyanlığı tercih ettiği zaman yanına gelmesini, gelirken de kafa başına iki bin dolar hazırlamasını ve bu konudan birine bahsedecek olursa kendisini yalancılıkla suçlayıp amcasını da Taliban’a ihbar edeceğini söyledi ve oradan ayrıldı.

Hüseyin’in kanı çekilmişti, fazla dindar değildi, kendi ve kardeşlerinin canını kurtarmak için vazgeçmeyi seçmeyi teklif ettikleri şey kafasını karıştırmıştı. Farklı bir dini yaşama düşüncesi planlarında hiç olmamıştı. Eve vardığında yengesi Meryem, Hüseyin’e nerede olduğunu sordu; ama Hüseyin hiçbir şey anlatmadı.

Bir sabah amcaları, beş yeğenlerinin bulunduğu bodruma inmiş ve bütün yatakların güzelce toplanıp istiflendiğini ve eşyaların toplanarak yerlerin süpürüldüğünü, yerde de bir zarf bırakıldığını gördüler. Zarfı açtıklarında içinde bin dolar ve küçük bir not: “Allah yardımcınız olsun, sağ ve selamet olarak vardığımız ilk yerden sizinle irtibat kuracağız.” yazıyordu.

Göç kafilesi, Afganistan-İran sınırında daha önceden açılmış bir tünelden yirmi kişi olarak geçti. Tebriz’e ulaştıklarında sayıları üç yüz oldu. Üç yüz kişiye önderlik eden yoktu, herkese bir yönerge verilmişti. Anlayanlar bakıyor anlamayanlar takip ediyordu. Türkiye sınırına geldiklerinde beklemeye başladılar, sınırdan geçmek kolaydı; ama içlerinde bir endişe vardı, herkes çok sessizdi. Hüseyin bu kadar kolay olacağına inanamamıştı. Alçak bir tel vardı önlerinde.

Birden çığlık sesleri geldi kalabalığın sonundan, havaya ateş açan İran askerleri kalabalığı dağıtmaya çalışıyordu. Motosikletli askerler, havaya ateş aça aça kalabalığı ikiye, dörde, sekize bölüp duruyordu. Rashid üzerine gelen motosikletten kendini korumak için tellerin ardına atladı. Sadece on beş dakika içinde askerler insanları öbek öbek toplayıp kaçmalarını engellemişti. Birkaç kişi hariç…

Buradan sonra beş kardeşten sadece ikisinin hikâyesine sahibiz. Rashid ve Samir. Diğerlerine ne olduğu konusunda bilgimiz yok. Rashid farkında olmadan Türkiye sınırına geçmişti, abisi ve kardeşlerini bulmak için İran topraklarına geri dönmeye çok çalıştı; fakat diğer göçmenler onu engelledi. “Kardeşlerim, onları bulmalıyım!” diye bağırıyordu. Omzundan tutan muhacir arkadaşları onu sakinleştirmeye çalıştılar. Rashid toprağı yumrukluyor, cırmalıyordu. İran tarafı mahşer yeri gibiydi. Öbek öbek toplanan grupların etrafında silahlı askerler vardı. Öbeklerden birinin içinde de tek başına beş yaşındaki Samir.

Türkiye’ye geldiklerinde başına gelenlerden dolayı Rashid’in bütün planları karışmıştı. Gitmek istiyor muydu, dönmek mi istiyordu, ne yapmalıydı? Türkiye tarafına geçen grubun en yaşlısı Abdulkerim, Rashid’ın yanına gelerek onu teselli etmeye çalıştı.

-Bak evlat! Dün öldü, bugün can çekişiyor, zaman ise yarına gebe. Boşuna kederlenme! Kederin, kaderini yenemez!

Türkiye’ye geçmeyi başaran ekip, o geceyi Doğubayazıt kırsalında geçirdi. Gece çok soğuktu. Sabah olduğunda yönergelerini çıkardılar ve aralarında konuştular. Doğubayazıt’a gidip Tütüncü Yakup’u bulmaları gerekiyordu.

Beyazıt Pasajı’nda Tütüncü Yakup’u buldular. (Şahsın ismi değiştirilmiştir.) Yakup, gelenlerin beklediği göçmenler olduğunu öğrenince sevindi. Fakat sınırı geçen 28 kişi olduğunu duyunca suratı asıldı. “Kaz gelecek yerden tavuk esirgenmez.” diyerek telefonuna sarıldı:

-Rahip Efendi, misafirler yanımda!

Ekip, o geceyi sıcak bir evde geçirdi. Sabah olduğunda otobüsle İstanbul’a, oradan da, Yunanistan’a geçtikleri, Türkiye’de en fazla bir hafta kaldıkları biliniyor. İsveç’e vardıklarında da yeni hayata merhaba dediler.

Rashid, Arboga Belediyesi’nde bir kiliseye üye yapıldı ve burs bağlandı. Lise düzeyinden okuluna başladı. Rashid’in anlattığına göre İsveç’te Türkiye’deki gibi Sosyal Hizmetler Kurumları yok. Kiliseler ve STK’lar üzerinden yürütüldüğü için Rashid, o kilisenin üyesi. İsveç’te yaşamış olan Türk’ün söylediğine göre de bu bir misyonerlik faaliyeti. Rashid’in aklında kardeşleri, hayalinde güzel bir yaşam. Boş vakitlerinde sosyal medya üzerinden sürekli kardeşlerini arıyordu.

Rashid için bilgisayarı tanımayan kardeşlerini internetten bulmak kötü bir fikir miydi? Umut… Başardı mı? Evet.

Samir’in hikâyesi Allah izin verirse sonraki sayıda…

Allah sevdiklerinden ayrı kalanlara Yusuf Peygamber sabrı versin inşallah.