loader image

Tıngır Mıngır

Tıngır nedir, bilir misiniz? Metalden, alüminyum ya da galvanizden kocaman bir leğendir. Çapı, bir metre ya da daha büyük, derinliği 25 cm kadar büyük bir leğen düşünün. Bu tıngır, benim çocukluğumun hiç sevmediğim eşyasıydı; çünkü onun içinde beni zorla yıkarlardı. Kim? Tabi ki annem ve en büyük ikinci ablam Güllü. Biz Güllü abla derdik; ama nüfus cüzdanında Nurhan yazarmış. Sonradan sonraya herkes Nurhan’a döndü, resmiyetteki ismi kazandı.

Babam, ilk çocuğundan sonra askere gider, jandarma bölük komutanının Nurhan adında bir kızı vardır. Bu üç-dört yaşındaki bıcırık kızı, ağacın dalına kurduğu salıncakta saatlerce sallamak ve onu oynatmak babamın görevi… Çok sevdiği bu çocuğun ismini ikinci kızı olduğunda ona verir. Tabi evdeki büyüklerin başka düşünceleri vardır. Anneannem,  Gülbahar koyulmasını ister, babam ses etmez, evde herkes Güllü diye seslenir. Ben de bütün çocukluk boyunca herkes gibi Güllü abla dedim.

İşte bu Güllü ablam, benim ikinci annem gibidir. Benimle onun arasında 13 yaş var. O liseye giderken ben ilkokula yeni başladım. Niğde Eğitim Enstitüsü’nde okuyup öğretmen olduğu için bütün çocukluğum onun elinde geçti. Haliyle evde annemim muavini konumundaydı. Yaşı nedeniyle evin en büyük kızı; o yüzden okul sonrası çocukların başında, annemin baş yardımcısı, kahyası. Ve benim banyo asistanı.

İşte her şey iyi, bu banyo işi hiç iyi değil. Banyo yapmaktan hiç hazzetmiyorum; ama dinleyen kim, basıp yıkıyorlar. Tabi ağlıyorum, çırpınıyorum; ama yine de kurtulmak ne mümkün. Benim ağlamamdan, çırpınmamdan bir nebze kurtulup, beni daha rahat yıkayabilmek için bana umut veriyorlar, şu taklidi yap yıkamayacağız. Tabi ben saf da inanıp yapıyorum, tüm ev başlıyor gülmeye. Çünkü bu yıkanma fasıllarım odanın ortasına koyulan tıngırda oluyor. Kış ise, tıngır sobanın önünde, yok yaz ise odanın kapısı ağzında… Çok ender evimizin bahçesinde…

Gelelim benim yıkanmaktan kurtulacağımı zannettiğim taklitlerime. Başta horoz nasıl ötüyor derler, ben uzun uzun öterim. Onlar güler, ben hoşlarına gitti, beni salacaklar umuduyla var gücümle öterim. Üç dört kere horoz taklidi yapıp bırakmadıklarını görünce basarım yaygarayı. “Yalancılar, hani yıkamayacaktınız?” Çünkü ben öttükçe başımdan sular dökülür, vücudum liflenir. Yani yıkama son sürat devam eder. Ben itiraz edince bu sefer komşumuz Hasan Amcanın taklidine geçilir. Hasan Amca ne diyor, derler. Ben başlarım Hasan Amcanın ve eşinin taklitlerine:

-Hacaaaaa…

-Nedin gııı, nedin anam gıııı, adımı mı ezberliyon?

Başlar gülüşmeler. Beni alır yeni bir umut. Evet, bu sefer kesin kurtuldum; ama kafamdan bir tas su daha dökülür, sağım solum liflenmeye devam edilir. Iıııhhh; yine kurtulamamışımdır. İki üç kez bu yaptırılır. Bende umut tükenir, başlarım yine mızırdanmaya.

Bu sefer yeni bir umuda geçilir. Tamam, İğneci Hüseyin Amca nasıl iğne yapıyor, derler. İnce ince mahallemizde oturan, sağlık memuru olan ve mahalleliye iğne yapan Hüseyin Amca’nın eski cam şırıngasını ısıtıp, ilacı çekme seremonisini tek tek yapmaya başlarım. Şırıngayı nasıl ısıtma tasına koyuyor, oradan alıyor, sallayarak soyutuyor, içinin mekanizmasını yerleştiriyor, iğneleri nasıl seçiyor, iğnenin suyunu nasıl ayrı bir küçük şişede olan tozu ile birleştiriyor, onu sallayıp karıştırıyor, yeniden o karışımı şırıngaya çekip, yeni bir iğne takıp iğneyi nasıl yapıyor, iğneyi yaptığı yere pamuk koyup nasıl ovuşturuyor… Tek tek büyük bir dikkatle yaparım.

Tabi bu arada ikinci su yıkamam ve liflenmem biter, son su başımdan dökülür ve azat edilirdim. Havluya sarılır kurulanırdım. Ben kurulanırken başta Güllü ablam, annem, öbür ablalarım beni öperler, ben onlara itiraz ederim. Öpmen, yeni yıkandım, kirleteceksiniz, bu arada elimle öptükleri yeri silerim. Dinleyen kim? Güç yetenlik hakim; basar öper hepsi. Hem giydirirler, hem elden ele dolaştırır öperler. Ben hâlâ itirazdayım tabi ki, “Öpmen, kirletiyorsunuz!”