loader image

Sen Kimsin, Bu mu?

Çeviren: Dr. Ömer Küçükmehmetoğlu

Ben onu zorla tanıdım; çünkü bir zamanlar simsiyah saçları olan bu herifin başına yumurta mı sürmüşler, başında kabak mı ezmişler, nedendir sapsarı olmuş. Bu sarılık çenesindeki faullerine de keçi kuyruğunu andıran sakalına da düşmüş.
Ben içimden “Yaşasın kimya!” dedim. İstersen karartır, istersen sarartır, hatta maymuna bile benzetirdin. Böyle dedikten sonra hemen onun kulağına baktım. Acaba kulağındaki kertiği duruyor mu, dedim. Biraz daha yarılmış. Bu kertiği onun kulağında, köyümüzdeki acemi berber iz olarak bırakmıştı. O günden sonra onun adı kertik kulaklı Çomay olarak kaldı. Onun Çomay olduğuna iyice emin olduktan sonra kaldırımda yanına geçtim.
Sevinçle “Ulan Çomay, bu sen misin?” dedim. Sevinçten az kalsın boynuna sarılacaktım. Çomay bir an durarak yüzüme değil de üstümdeki yağlı paslı kıyafete dönerek baktı. Ben fabrikadan eve dönüyordum. “Çomay mı, hangi Çomay?” diyerek hayretler içinde kaldı.
– Yanılıyorsun arkadaş.
– Ulan bırak şimdi, sen Balcı Osman’ın Çomay’ısın.
– Balcı mı? O adam bal mı satıyordu yoksa?
Kızdım. “Yok, bal satmıyordu. Yeryüzünde senin gibi ahmakları yaratıyordu,” diyecek oldum. Kendimi zor tuttum.
– Babanı unutmuşsun, belki çocukluğun hatırındadır.
– Çocukluk mu, hangi çocukluktan bahsediyorsun?
– Sen doğduğunda çocuk olmadın mı yoksa?
– Hatırlayamıyorum.
– Çok gevezelik etme, Çomay. Taştepe’den kayak kaydığımızı hatırlıyor musun?
– Taştepe mi? Bu tepe nerede?
– Selbilik’te.
– Selbilik mi? O şehir mi, köy mü?
– Köy.
– Desene bu dünyada öyle bir köy de var. Vallahi, bilmiyordum.
– O zaman annen de vardı.
– Anne mi, o da kim oluyor?
– Sen annesiz mi dünyaya geldin yoksa?
– Olabilir, hatırlayamıyorum.
Ben Çomay’ı şaka yapıyor sandım. Önceleri böyle bir âdeti vardı.
– Çomay, bırak şaka yapmayı. Çok özledim seni. Gel iskemleye oturalım, adam akıllı konuşalım. Vallahi tam artist olmuşsun.
Çomay canlanarak “Evet artist,” dedi.
– Sirkte artistlik yapıyorum. Adım Çomaidi Osmanadze! Sihirbazım. Yılan yutup, kulağımdan taran balığı çıkarıyorum.
– Kertik kulağından mı? Kulak meselesini açar açmaz Çomay, o anda pancar gibi kızardı. Hem de çok sinirlendi. Hiddetinden işte şimdi ağzını açıp beni yutacağını, kulağından yunus ya da köpek balığı olarak çıkaracağını zannettim.
Beni gözleriyle yiyerek “Arkadaş sen de kim oluyorsun ya? Yoldan geçen adama ahiret soruları sormaya ne hakkın var? Haydi, kafamı ütüleme, yoksa seni polise veririm. On beş gün kodese attırırım.” dedi.
Eve kırgın bir şekilde döndüm… Çomay ile çoktandır görüşmüyorduk. O yıllar içinde belki de artist olmuştur. Olmuşsa ne olmuş? Artist oldum diyerek, anne babasını, eşini dostunu unutmak zorunda mı?
Bu düşünce akşama kadar bana rahat vermedi. Sonunda Çomay’ın çalıştığı sirke gitme kararı verdim. Sirk diyoruz; ancak bize kısa süre önce geldi. Pazar meydanında büyük bir çadır kurdu. Orası uzak olmasa da ben nedendir bilmem giyinip kuşandım. Jigulime binerek gittim. Bileti de ilk sıradan aldım.
Aldım ama… Orada takla da attılar, ayı da oynattılar, sihir de yaptılar. Ancak yılan yutup kulağından taran balığı çıkaran Çomay’ı göstermediler. Ben ise özellikle onu görmek için gitmiştim. Sirkten çıkıp arabama doğru adımladım. Adımladım derken sirk atlarının olduğu yerin kapısı açıldı. Oradan sarı başlı Çomay çıktı. Bir elinde kaşağı, diğer elinde fırça vardı. Üstü başı kıl doluydu. Biraz önce atları kaşağılıyordu herhâlde.
– Çomay, üstünü başını fırçala da arabaya bin! Bugün akşam misafirim olursun.
Çomay, tekrar pancar gibi kızardı; lakin bu defa öfkesinden değil, utancından kızardı.