Mutluluk; herkesin peşinden koştuğu sihirli kelime. Ama mutlak manada kimsenin yakalayamadığı bir yaşam… Onu aramayla geçer ömür, bulamadan göçüp gideriz bu dünyadan. Demek ki başka bir şey aranıyor; ama farkında olunmuyor.
Nıetzsche, bir yazısında: “Mutluluk aptalların işidir.” der. Ben mutluyum demek, ben budalayım anlamına geliyor. Cemil Meriç, düşünen adamın mutlu olamayacağını söylüyor. Nıetzsch’ye göre Cemil Meriç’e katılmadan edemeyeceğim. Mutluluğun, insanları çok gülünç hallere düşüren bir kelime olduğunu düşünüyorum.
Türk Dil Kurumu’nun 1988 yılında yayımladığı iki ciltlik sözlüğünde: “Bütün özlemlere eksiksiz ve sürekli olarak ulaşılmaktan duyulan kıvanç durumu, ongunluk, kut, saadet.” diye tanımlanıyor mutluluk. Bütün özlemlere eksiksiz ulaşmak şu fani dünyada mümkün mü? Hem düşünen adam acı çeker. Acı çeken adamın mutluluğundan bahsedemeyiz herhalde.
Hayat acı yüklü. Yer yer karşılaştığımız ise iç huzurdur. Tebessüm olarak yansır yüze iç huzurumuz. Tebessüm arar insan bir ömür boyu. Mutlu çehrelerden ziyade mütebbessim simalar görmek isteriz. Son soluğumuzu alırken dünyalılara en güzel hediyemiz güzel bir tebessümdür. Bütün ömrümüzün özetidir o tebessüm. Mutluluk arayarak ömürlerini bitirenler o son tebessümün yerine mutlu korkunçlara has bir panik bakış bırakırlar dünyaya.
Mutlu korkunçlar, hep mutluluk düşleyerek, bitmez tükenmez arzularla onun peşinden koşarak yaşarlar. Koca bir ömür mutluluk planlarıyla geçer. Bunlar küçük sevinçlerden habersizdirler. Büyük mutluluklar peşinde koşarken küçük sevinçlerini yitirirler ve bir daha bulamazlar.
Bir dosta bir tebessüm fırlatmak ne kadar güzeldir oysa! Yüreği temiz kişi için sevinç duyulacak ne çok şey vardır. Sadık dostlar, günahsız çocuklar, masmavi gökyüzü, ağaçlar, kuşlar, develer, bizi yağmura çağıran bulutlar…
Bir çılgın martı olmak serüven, görülmedik çılgınlıklar yaşatır. Vazgeçin dünyalık işlerinizden. Kuğunun yaptığı gibi en güzel ve en son şarkınızı en mütebbessim yüzünüzle söylemeye bakın. Mutlu korkunçlar gibi vaktinizi heba etmeyin.
Mutluluğun Formülü: Üzerimizdeki Fazlalıkları Atmak
Hani birçok şarkımızda da ifade edildiği gibi “bir ömür koştum peşinden” misali bir türlü yakalayamadığımız göreceli bir kavram, mutluluk. Kime sorsanız mutlu musunuz diye, ciğerden evet mutluyum cevabını alamazsınız. Kimi kendi adına dar çerçeveden düşünür, kimi ise çevre ve toplumu birlikte düşünerek cevap verir. Hayır, mutsuzum diye. Mutsuzluk, mutluluğun tanımını ve çerçevesini iyi belirleyemediğimizden kaynaklanan bir sıkıntının neticesi olduğunu zannediyorum. Zaten bizim toplumumuzda bazı alanlarda hala aynı yerde saymamızın büyük bir nedeni de kavram kargaşasından kaynaklanmaktadır.
Bir mermer ustası varmış hani… Mermer yontmaktan usanmış. Kendini yakan güneşe bakıp: “Keşke güneş olsaydım, o zaman en güçlü ben olurdum!” demiş. Mucize bu ya, bir anda güneş olmuş. Bir müddet sonra büyük bir bulut önünü kesince bulut olmaya özenmiş. Bulutu da rüzgar dağıtınca bu sefer rüzgar olmak istemiş. Rüzgâr olup bir süre estikten sonra önünü bir dağ kesmiş. “Keşke dağ olsaydım!” demiş ve dağ olmuş. Fakat dağ olunca birisinin kendisini sürekli kırdığını görmüş. Bu, bir mermer yontucusu imiş.
Bu durumda en güçlü olanın insan olduğu bir gerçektir. Ancak insanoğlu kendi gücünün farkında olamıyor. İnsanı güçlü yapan, bir başka ifadeyle insanın güçlüsü ve üstünü yüksek değerler üretebilenidir. Yüksek değerler; ilim, sabır, sevgi, sanat… Sanat deyince de belirtmeden geçemeyeceğim. Günümüzde insanlığa hiçbir şey veremeyen, hatta onlardan çok şey alıp götürenlerin ürettiği değerler sanat olamaz.
Sanatçıya, Michalengelo’ya sormuşlar: “Bu kadar mükemmel heykelleri nasıl yontabiliyorsun?” Cevabı, bir sanatçı gibi: “Mermerin içinde o heykel zaten var. Ben fazlalıkları alıyorum, o kadar!” Ah, gönlümüzdeki fazlalıkları; haset, kin, husumet… ne varsa atabilsek! Ah yaşantımızdaki fazlalıkları; yalan, hile, haram ne varsa atabilsek! Ah aklımızdaki fazlalıkları; tuzak, kötü fikirler, yanlış bilgiler… ne varsa atabilsek. Bu durumda yaşamak ne büyük sanat olacak ve yaşamımız ne harika bir sanat gibi göz kamaştıracak! Fazlalıklarımızı atabilsek, sinede yük tutmasak! Bir kuş gibi, bir ağaç gibi yaşasak… Fazlalığı ve eksikliği olmadan.
Böyle bakınca yaşamda fakirlik diye bir şey olmaz. Dertlerimiz, kederlerimiz yok olur. Hani, servet içinde yüzen baba, zengin ailesine yoksulluğun nasıl olduğunu öğretmek istemiş ya… Bir hafta sonu aileyi alarak köye götürmüş. Çok yoksul bir köylünün ailesine misafir olmuşlar. Dönüşte sormuş oğluna: “İnsanların ne kadar yoksul olabileceğini gördün mü?” “Evet gördüm” demiş oğlu. “Ne gördün peki?” diye sorunca babası, çocuk şu cevabı vermiş: “Bizim evde bir köpeğimiz var, onlarınsa dört. Bizim bahçenin ortasında bir havuzumuz var, onlarınsa sonu olmayan tertemiz dereleri; bizim bahçemizde süslü beş on gece lambası var, onlarınsa sayısız parlak yıldızları, biz en çok bahçe duvarını görüyoruz, onlarsa ufukları!” Ve sonra dönmüş babasına: “Teşekkür ederim baba, ne kadar yoksul olduğumuzu gösterdiğin için!”
Gerçekte sahip olup yaşadığınız şey, aslında sizi kısıtlayan şey; yani “gerçek fakirlik” olabiliyor. Bir ömür boyu peşinden koşturduğumuz, yakalayıp avucumuzun içine aldığımızı zannettiğimiz; fakat farkında olmadan örümcek ağı gibi bizi saran bu yaşantıyı mutluluk zannediyoruz. Oysa fazlalıkları atılmış bir hayat… Gerçek mutluluk bunda gizli herhalde.