Gazeteci, Şair, Yazar Mustafa Uçurum; “https://www.dunyabizim.com”da “Mart 2021 Dergilerine Genel Bir Bakış-2” adlı yazısında, dergimizin 5. sayısını kaleme alarak güzel bir incelemeye imza attı. Kendisine şükranlarımızı sunuyoruz. Mustafa Uçurum, yazısında şunları dile getirdi:
Maziden Atiye İstiklal Şuuru
Genç Yürekler Dergisi 5. sayısı ile baharı selamladı. Adına ve mevsime yakışan bir heyecan var derginin sayfaları arasında. Bulunduğu yeri sabitleyen ve toprağının sesi olmak için gayret gösteren bir azim var Genç Yürekler’de.
Dergiden yapacağım ilk paylaşım; Muhterem Şahin’in Maziden Atiye İstiklal Şuuru yazısından olacak. İstiklâl ruhunu perçinleyen ve Âkif’in çağları aşan sesini günümüze taşıyan bir yazı bu.
“İstiklal Marşı’mızın Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından kabulünün 100. yılındayız. Sevinçliyiz, gururluyuz, heyecanlıyız… Tarihi günlere tanıklık ediyoruz bir nevi. Her ne kadar 100 yıl öncesindeki fedakarlık, yüksek ülkü ve çileli mücadele içerisinde olamazsak da, destan yazan kahraman dedelerimiz gibi tarihin seyrini değiştiremesek de, yine de geçmişten aldığımız güç ve inançla büyük bir şeref duygusu içerisindeyiz.”
“İstiklal Marşımız, Türk tarihinin köşe taşı niteliğinde olan bir eseri değil, kadim milletimizin üç-beş temel sütunlarından biridir. Onun ruh ve manası, yarınlara umut ve ışık saçan bağımsızlık ve hürriyet türküsüdür. Bu türkü, milyonların gönlüne nakış nakış işlenmiş aşk ve imandır. Kaynağı, tarihin derinliklerinden gelen millî kültür ve Hak kelamı Kur’an’dır. Bu ışığı, hiçbir beşeri güç söndüremeyecektir. İstiklal Marşımız, istikbalimizin ve gençliğimizin millî manifestosudur. Kutlu olsun! Bu vesileyle, büyük edip; izzet, şeref ve ahlak abidesi Mehmet Akif Ersoy’u; rahmet, minnet ve saygıyla anıyorum.”
Nevruz ve XXI. Yüzyıl
Bahar demek nevruz demektir. Uçsuz bucaksız bir coğrafyanın baharı selamlamasıdır tek ses tek yürek olarak. Umudun adıdır nevruz. Dağ başlarında, yaylalarda açan her çiçek içimizdeki geleceğe dair umudun rengârenk arz-ı endam etmesidir.
Prof. Dr. Abdulvahap Kara; Türk Dünyasının ve XXI. Yüzyıl isimli yazısında nevruzun tarihsel sürecinden, edebiyatımızdaki örneklerinden bahsediyor yazısında.
“Elimizdeki tarihi kayıtlar Türklerin tarihte bilinen en eski cetlerinden olan Hunlarda Nevruz’un kutlandığını göstermektedir. M.Ö. II. Asırda yaşamış olan ünlü Çin Tarihçisi Simaçen “Tarihi Hatıralar” isimli eserinde, Hun liderlerinin yılbaşında, yani Nevruz’da kutlama yaptıklarını anlatmaktadır. Türk devlet büyükleri arasında bu gelenek son zamanlara kadar yaşamıştır.”
“21 Mart’ta mevsimin kıştan bahara dönmesi dolayısıyla Nevruz, yani “yeni gün” kelimesinin yeni yılın ilk günü, yeni günü manasının dışında ikinci manasıyla karşılaşıyoruz. O da Nevruz’un, yeryüzünde tabiatın uzun kıştan çıkarak, canlanıp hareketlenmeye başladığı ilk gün olmasıdır.”
“Nevruz sıradan bir gün değildir. Nevruz mübarek ve kutlu bir gündür. Bugünün faziletini Türkistanlı meşhur şair Ali Şir Nevai şu sözlerle veciz bir şekilde ifade etmişlerdir: “Her gecen Kadir olsun, her günün de Nevruz”. Malum olduğu üzere, Ramazan ayının sonuna doğru aranması söylenen Kadir Gecesi, dini inançlarımızda bin aydan daha hayırlı olarak telakki edilmektedir. Nevruz, dini bir gün olmadığından, elbette Kadir Gecesiyle kıyaslanamaz. Ancak şairin burada Nevruz Günü’nün millî örf ve gelenekler açısından önemini vurgulamak istediği muhakkaktır.”
Tunus’a Dair
Arslan Kaya, bir meraktan yola çıkarak bizlere Tunus’u anlatıyor. Bilenler bilir; Tunus ile gönül bağımız oldukça kuvvetlidir. Tanımamız, tanıtmamız gereken coğrafyalardan biridir Tunus. Arslan Kaya’nın yaptığı gibi.
“Cezayir ve Libya arasında kalan ülkenin bayrağı tıpkı bizimki gibi al bayrağın üzerine işlenen ay yıldız şeklindedir. Bayrağın üzerindeki ay yıldız İslam’ı, ay yıldızı çevreleyen çember ise güneş ile aydınlık geleceği sembolize etmektedir. Ayrıca şahsi fikrimce bayrağın kırmızısı ise Osmanlı sancaklarının yadigarıdır. Başkenti ülkenin de adını aldığı Tunus şehridir. Tunus şehrinin tarihi ise çok eskilere dayanmaktadır ki bölgede ilk olarak Berberilerin yaşadığı bilinmektedir. Fenikelilerin ise Tunus bölgesinde ticarete başlaması ve sonrasında süreç içerisinde bölgeye yerleşmeleri ile çok daha önem kazanmıştır. Bu yaşanan hadiseler tarihe altın harflerle yazılacak olan Kartaca kentini ve Kartacalıları da etkilemiştir.”
“Her ne kadar biz Tunus’u bir Akdeniz ülkesi olarak görsek de güneyine indikçe Sahra Çölü’nün yakıcı güneşi ile karşılaşmaktayız. Ülkenin güneyi kadim Berberi Arap kültür ve yaşantısı ile de ayrıca dikkatleri çekmektedir. Özellikle UNESCO Dünya Mirası Listesinde kendine yer bulan Matmata köyü Star Wars filminin ilk iki serisine de ev sahipliği yapmış, birçok sahne Matmata köyünün en belirgin özelliği olan toprak altına inşa edilen evlerde çekilmiştir.”
Oğuz Karakoç İle Abdurrahim Karakoç Üzerine Sohbet
Yaşadığımız çağın in içli en dertli ozanlarından biriydi Abdurrahim Karakoç. Memleket sevdalısı, dava delisi Karakoç. Merhum başkanımız Muhsin Yazıcıoğlu’nun yol arkadaşlarından. Onu her fırsatta anmak, sözlerini yüreğimize berkitmek gerekiyor. Çünkü sözünü onun gibi dosdoğru söyleyen o kadar az ki.
Dilara Kızılkaya, Oğuz Karakoç ile amcası Abdurrahim Karakoç üzerine bir söyleşi gerçekleştirmiş. Altını çizdiğim satırları paylaşacağım.
“Amcam tarafından yazılan “Mihriban” şiiri sanatçı Musa Eroğlu tarafından bestelendikten sonra dillerden düşmez oldu. Günümüz Türkiye’sinde aşkın sembolü haline gelen türküdeki Mihriban da herkes tarafından merak konusu haline geldi. Mihriban ismi gerçek mi? Yoksa bir sembol mü? Bunu söylemek doğrusu bize düşmez. Amcam, bugüne kadar bu isimle ilgili kesin bir açıklama yapmamıştır, günümüzde ender rastlanan temiz bir aşkın hikâyesi bilinseydi, bu kadar merak edilmez ve güçlü bir aşk olmaktan çıkardı.”
Amcam Abdurrahim Karakoç, çocukluğunda 25 gün gibi kısa sürede Kuran-ı Kerimi öğrenmiş, çok zeki ve ilkokul mezunu olmasına rağmen okuduğu kitaplarla ileri düzeyde kendisini yetiştirmiş, kendisini “Türk-İslam” davasına adamış yürekli, dik du – ruşlu bir dava adamıydı. Yüreği sevgi doluydu, asla kimseyi incitmek istemezdi. Bu düşüncesini “İncitme” şiirinde şöyle ifade ediyor:
Gölgesinde otur amma
Yaprak senden incinmesin
Temizlen de gir mezara
Toprak senden incinmesin
…
Türk Dilini Koruyunuz!
Uzun bir süredir dilimizi korumak gibi bir derdimiz var. Ya da şöyle söylemek gerek; dilimizi korumak gibi bir derdimiz olmalı. Her gün yeni bir yara alan Türkçe, gün geçtikçe özünden uzaklaşıyor ve harmanlanmış bir yaşamın yansıması olan karmaşık bir dile kendini teslim ediyor. Elbette bunu başka milletler değil kendimiz yapıyoruz.
Yaşar Vural, dil hassasiyeti üzerine bir yazı ile Genç Yürekler’de. Kaşgarlı Mahmut ile başlıyor yazı. Zamanın etkisindeki dil üzerine değinilerle devam ediyor.
“Tanzimat Dönemi ve sonrasında edebî dilimizin Fransız edebiyatından fazlaca etkilenmesi, birçok edebî türün (roman, tiyatro, fabl) doğrudan Fransız edebiyatından çeviri yoluyla edebiyatımıza girmesi, Fransızca kelimelerin de dilimizde, Arapça ve Farsçadan sonra boy göstermeye başlamasına sebep olmuştur. Özellikle Ahmet Mithat Efendi ve Recaizade Mahmut Ekrem romanlarında yoğun bir şekilde Fransızca kelime kullanmışlardır. Hatta Recaizade Mahmut Ekrem’in Araba Sevdası adlı romanının sonuna küçük bir Fransızca sözlük ekleme ihtiyacı hissedilmiştir. Ahmet Mithat Efendi’nin de Karnaval adlı romanında geçen bazı Fransızca kelimeleri görüşümüze destek olması açısından buraya taşıyalım: “adiyö, balo, bonjur, bon nuvi, bonsuar, balet, aristokrat, avukat, dam, centilmen, entrika, familya, galant, jarden, jurnal, karnaval, supe, şampanya, şovalya, tuvalet, vals, vizit, münisipalite.”
“İnsanlarda bir “Türkçe bilinci” oluşturmak söylendiği ya da sanıldığı kadar kolay mıdır? Ya da “Türkçeyi sevmeliyiz, onu korumalıyız” gibi etkisi kalmamış sloganlarla insanlarda bir “Türkçe sevgisi” oluşturulabilir mi? Türkçe bilinci oluşturmak elbette bir iki slogan veya sözle mümkün değildir. Bu işi “kökten” çözmek gerekiyor. Yani “ağaç yaşken eğilir” atalar sözünden hareketle Türk çocuklarına veya Türkçeyi konuşmak isteyenlere bu bilinç okul çağlarında aşılanmalıdır. Bunun için öncelikli görev Türkçe/Türk dili ve edebiyatı öğretmenlerine düşmekle birlikte okul öncesi çağda görev alan öğretmenlerden yükseköğretimdeki akademisyenlere kadar bütün “eğitici/öğretici”lere görev ve sorumluluk düşmektedir.”
Toprağından Kopan Kardeşler
Hasan Tahsin Yetimoğlu, iki Afganlı kardeşin hüzünlü hikâyesini anlatıyor bizlere. Yaşanmış bir olay var karşımızda. Yersiz, yurtsuz, sahipsiz olmak neymiş böyle olayları duyunca daha iyi anlıyor insan. Mülteci sadece yurdundan kopmuyor. Onun içinde neler koptuğunu anlamak için biraz olsun yüreğinin sesine kulak vermek gerekiyor.
“Bu hikâye, Rashid ile Samir’e ait. Vatanları Afganistan’dan kopup yıllarca ayrı kaldıktan sonra birbirlerini bulmalarının hikâyesi…
Anlatımların ve betimlemelerin çoğu Rashid’e ait. Rashid, Kore filmlerinden fırlamış gibi yakışıklı bir çocuk. Asabi, fevri, duygusal ve çok derin ifadeleri var. Rashid ile İngilizce görüşüyorduk; fakat beni çok yanlış anladığını fark edince, Afganca tercüman soktuk araya. Sonra fark ettim ki tercümanı da yanlış anlıyormuş. Aklınızdaki düşüncelerinizin, karşı tarafı dinlemenize mâni olduğu zamanlar olmuştur. Rashid’in iki sene öncesine kadar tek derdi, kardeşlerini bulmaktı. Son bir senedir derdi, Samir’in öz abisi olduğunu ispat etmekti. Sonraki hedefi, Samir’i Türkiye’den İsveç’e götürmek oldu. Şimdi ise hedefi nedir bilmiyorum. Rashid ile tercüman vasıtasıyla da anlaşamayınca, Rashid yerine, İsveç’teki öğretmeninin Türk bir işletmeci arkadaşı sayesinde iletişim kurmaya başladık. Ben Türk’e anlatıyordum, o İsveççe arkadaşına, o da yine İsveççe Rashid’e. Anlaşabildik mi? Eh işte.”
“Göç kafilesi, Afganistan-İran sınırında daha önceden açılmış bir tünelden yirmi kişi olarak geçti. Tebriz’e ulaştıklarında sayıları üç yüz oldu. Üç yüz kişiye önderlik eden yoktu, herkese bir yönerge verilmişti. Anlayanlar bakıyor anlamayanlar takip ediyordu. Türkiye sınırına geldiklerinde beklemeye başladılar, sınırdan geçmek kolaydı; ama içlerinde bir endişe vardı, herkes çok sessizdi. Hüseyin bu kadar kolay olacağına inanamamıştı. Alçak bir tel vardı önlerinde.
Birden çığlık sesleri geldi kalabalığın sonundan, havaya ateş açan İran askerleri kalabalığı dağıtmaya çalışıyordu. Motosikletli askerler, havaya ateş aça aça kalabalığı ikiye, dörde, sekize bölüp duruyordu. Rashid üzerine gelen motosikletten kendini korumak için tellerin ardına atladı. Sadece on beş dakika içinde askerler insanları öbek öbek toplayıp kaçmalarını engellemişti. Birkaç kişi hariç…”
“Rashid, Arboga Belediyesi’nde bir kiliseye üye yapıldı ve burs bağlandı. Lise düzeyinden okuluna başladı. Rashid’in anlattığına göre İsveç’te Türkiye’deki gibi Sosyal Hizmetler Kurumları yok. Kiliseler ve STK’lar üzerinden yürütüldüğü için Rashid, o kilisenin üyesi. İsveç’te yaşamış olan Türk’ün söylediğine göre de bu bir misyonerlik faaliyeti. Rashid’in aklında kardeşleri, hayalinde güzel bir yaşam. Boş vakitlerinde sosyal medya üzerinden sürekli kardeşlerini arıyordu.
Rashid için bilgisayarı tanımayan kardeşlerini internetten bulmak kötü bir fikir miydi? Umut… Başardı mı? Evet.”
Genç Yürekler’den Bir Hikâye
Şerzad Artıkov – Babamın Güvercinleri
“Oturağa oturmuş güvercinleri izlerken, fotoğraf makinemi alıp onların birkaç kez fotoğrafını çektim. Bu işi bitirdiğimde, çantamı açıp içinden babamın albümünü aldım. Albümde çizilen güvercinlerle etrafımdaki güvercinleri karşılaştırdım. Oradaki resimlerin altına yazılan not ve tarihleri tekrar gözden geçirdim. Her bir resmin altında bir not ve tarih yazıyordu. Mesela; altına “04.06.1995” tarihi yazılan külrengi güvercin resminin yanına “Kıymetlim, evladım bugün birinci sınıfa başladı,” diye not düşülmüştü. Altına “02.11.2001” tarihi atılan beyaz güvercin resminin dışına “Gece pencereden gökyüzüne baktım, tıpkı seni görür gibi oldum pamuğum!” diye bir yazı vardı. Bu sefer onların içinde siyah-beyaz tombul bir güvercin çokça dikkatimi çekti. Babam onun altına “07.06.2006” senesini not düşmüş, yanına, “Bugün marketten çikolata almıştım, ambalajına güvercin resmi koyulmuş, o tıpkı sana benziyor pamuğum!” diye bir yazı eklemiş.”
“Bir gün yine onun durumu kötüleşti. Onun yanından hiçbir yere kımıldamıyordum, duvara kurulan televizyonun kumandasını alıp hareket etmek için kanalları bir bir didikledim. Bir ara babam sağ kolunu kaldırıp televizyona bakarken feryat eder gibi alçak sesle hırıldadı. Televizyondaki kanalda güvercinleri gösteriyorlardı. İlk başta onun hırıltısından başka kanalı aç, dediğini anlamıştım. Başka bir kanal açmıştım, babam o an sinirlenip ellerini tekrar tekrar kımıldatmaya başladı. Bunun üzerine orada oturan annem:
– Güvercinleri gösteren kanalı geri aç, dedi, babama yaklaşıp onu sakinleştirirken.”
“– Anne, dedim. Ahizeden annemin tanıdık sesi geldiğinde. Gidip babamın güvercinlerini gördüm. Onlar tıpkı albümde tasvir edildiği gibiymiş. Annem bir şeyler demek istedi, ama sesi çıkmadı. Ahizeden onun ağlayışı işitiliyordu sadece…”
Genç Yürekler’den Şiirler
Ey bizleri var eden
Kul Sen’in, kurban Sen’in
Resûlüne yâr eden
Gül Sen’in, gülşen Sen’in
Ümidimiz batmasın
Hüsran ile bitmesin
Sahralarda yitmesin
Çöl Sen’in, umman Sen’in
Gafletten uyanmışız
Kapına dayanmışız
Ocağında yanmışız
Kül Sen’in, külhan Sen’in
Bestami Yazgan
Göygöl, təbiətin büllur damlası
Hüsnünü görüncə zaman dayanır
Yox olur dünyanın dərdi, davası
Hər kəs məhəbbətlə adını anır
Yaradan bizlərə bəxş edib onu
Suları dumduru mavi piyalə
Baxıb aynasında ağ simasına
Önündə baş əyir buludlar belə
Gülnaz Kutuyeva
Gözler bilirim asker ocağında
Çoğu zaman uzaklara dalan
Gece nöbetlerinde sessizce ağlayan
Kim bilir kimlerin hasretiyle yanan
Ağlayamayıp için için göğünen özler bilirim daha
Hele bir de yavrusuna hasretse yürekler
Kim bilir herkesin kaç milyon katı özler
Ciğeri dağlayan sözler bilirim sonra
Hasret dolu, özlem dolu
Söyleyenin gözlerine kan oturur
Bir de dinleyenin
Bir de üç-beş nöbetleri bilirim
-Sabah ezanlarına müşahitVatanı beklerken tutulan
Şafağı beklerken tutulan
Soğuk kış gecelerinde
Nefesi üşür adamın
Titrek sesinde bir türkü garibin
“Ölüm Allah’ın emri de
Şu ayrılık olmasaydı”
Günler bilirim asker ocağında
Gecesi uzun gündüzü uzun
Hayrullah Kaplan
Ne eskisi gibi aydınlanacaktır artık bu altın başlı çayırlar
Ne senden kalan sessizlik kesilmiş süt gibi inecektir bu ormanlardan
Bak unutmadan söylüyorlar şarkımızı yukarıdaki borunun tepesinde
Dördü beyaz telli, kısa kanatlı, cam gözlü karatavuklar
Ve hepsi geride, hatıralarımızda kaldı
Şimdi, kalbimde asılı kalmış derin bir boşlukta
Yukarıya doğru yükselen şenlik ateşini izleyeceğim
Sarp Eren Çerçinli