Şaşırırdı insanlara bazen. O insanalar ki, hiçbir şeyden haberleri yokmuş gibi davranırlar ya da tam tersi, hepsi onu kandırır. Kandırır ve o da bu kandırma oyununa aldanarak sürüklenip giderdi. Elinden gelen, elinden gelen demek, absürt olur; keza elden hiçbir şey gelmez. Elimden gelse, belki geliyordur. Yok efendim gelmez elimden.
Ne kadar basit derdi. Basit değil mi? Şaşırdığı her bir olgu, insanların otobüsten dışarıyı seyretmesi gibi, anlamsız, akılda kalmayan, yorum yapmayarak izlemesi, önünde kayan olgular… İnsanlar nasıl dayanıyor buna? Bir anlasa, içindeki düğümü çözecek. Al gülüm ver gülüm yaşayacak. İnsanlar diyor, insanlar benim taktığım kadar takıntılı değil elbet. Bütün olarak ele almaktan nefret etse de zihnini alıştıramadığından her bir olayda genelleştirmekten uzaklaşamıyor. Her adımda daha önceden yaptığı gibi insanlar demekten vazgeçiyor. İnsanlar, hah! İçler acısı.
Fikirlerini arkadaşlarının üzerine kaydırıyor. Canım arkadaşlarım benim. Güldüğü anılar geliyor önce. Birlikte geçirdikleri zamanları… Mutlu oldukları zamanlar… Acıyı paylaştığı zamanlar… Gezip tozduğu günleri… Gerçekten fark eden bu mu? Ayırt etmenin gücü bile en âlâ kayırmacılıktan mı geliyor? Gelse gerek. Farklı kılan, bizi onlardan ayıran, bizi erdemli yapanlar, yalnızca adam kayırmak. Ben, sen, o, hepimiz… Her insan, birisinin arkadaşı. Yok, doğru kelime olmadı. Her insan, birisinin kaydırması; yani kaydıran insan bile birinin kayması. Beni, benim arkadaşlarımı başkalarından önemli kılan ne? Hep böyle ise düzen, ben de şaşılacak birisi isem, beni farklı kılan ne?
Adımlar seri, yetişmek için sürat gerekiyor. Geç kalmaktan da hoşlanmıyor. Düşünmeyi de seviyor; lakin hızlı gitmek ile düşünme eylemini aynı anda gerçekleştiremiyor. Çünkü düşünmek aceleye gelemiyor. Yazar ise canı sıkılmış, bir nükte ile alelacele düşünüp nasıl bitirsem diyor yazıyı. Aslında bu çocuğun kaderi belli. Yani ne kadar yazarsam yazayım diyorum, siz hikayesini biliyorsunuz. Ne kadar farklı unsurlar soksam hayatına, hatta şu an bile, hızlı adımlar atarken önüne mucize çıkartsam… Çocuğun hikayesi hep aynı kalacak.
Ne kadar uğraşsam uğraşayım, yine oraya gitmek için acele edecek, koşacak ara sıra saatine bakacak. Evet sayın okuyucu, birçok yol denedim; ama çocuk aynı yere gitmekten vazgeçmiyor. O yüzden sizi yormuyorum. Yazabileceğim on milyon olasılıktan bir tanesini yazıp uzatmaya gerek duymuyorum. Neyse, hikayemize geri dönelim:
İçeriye girip selam verdi. Ağır ve soğuk dönen bir kapısı vardı. Bazı insanlar yine yeni gelmiş, ürünlerin başında toplanmış olsa da o arkaya doğru atıldı. “Acaba, onun gözleri mi ne çok büyük? Ağız kısmı belki!”. Konuşanlara aldırmayıp, artık kendisini tanıyan abiye selam verdi. Titrek bir sesle:
-Başka yürek kaldı mı abi?
*Bilkent Üniversitesi Makine Mühendisliği Bölümü Öğrencisi