loader image

Bir Tarihtir Yaşatan

Mart, nisan ve mayıs ayları; milletimizin tarihinde o kadar önemli, o kadar kıymetli bir yere sahip ki… 18 Mart, 23 Nisan, 19 Mayıs, 29 Mayıs… Her bir tarih, ciltler dolusu kitaplara bile sığmaz; ben bunu bir sayfalık yazıya nasıl sığdırayım? Amacım da bu tarihi olayları anlatmak değil zaten. Bunu tarihçilere, işin ehillerine, uzmanlara bırakıyorum. Ben sadece, bu tarihlerin bende bıraktığı izlere değineceğim. Kısa kısa kısa…

Daha önce hiçbir yazıda, bu kadar zorlanarak yazmamıştım. Zorlandım; çünkü gözyaşı olup akıp gittim. Bu dört gururlandırıcı olayı, art arda yazmak -tüm duygularınızla- kolay olmuyor. Bizim ne büyük bir tarihimiz var. Yazdıkça çok çok mutlu oldum. Siz de okuyunca çok çok mutlu olacaksınız.

29 Mayıs İstanbul’un (Kostantiniyye) Fethi

Çağ Kapatıp Çağ Açan Yirmi Bir Yaşında Bir Genç…

Bir yiğit düşünün, henüz yirmi bir yaşında. Devlet-i Âli Osman’ın tahtında. Adı Sultan Mehmet. Kafasına koymuş, Doğu Roma’nın başkenti Konstantiniyye’yi fethedecek. Bir denizin kenarında surlarla çevrili koca bir şehir. Halk, perişan ve zulüm içinde. Bir kurtarıcı bekliyorlar. “Hürriyet, hürriyet!” çığlıkları, genç komutanın zihnini meşgul ediyor. Ruhen, bedenen, askeri ve sosyal olarak her şeye hazır. Rüyalarına giriyor, hayallerini süslüyor surların içi: “Ya sen beni alacaksın ya ben seni!

Surları dövüyor şahi topları. Karadan gemileri yürütüyor bir gece vakti. Bu azme, bu çelik iradeye dayanır mı Bizans’ın surları? Beyaz atının üzerinde giriyor surlardan, 21 yaşındaki müthiş komutan. Bizans halkı çiçeklerle karşılıyor beyaz atlı komutanı. O; çiçeklerin, hemen yanı başındaki hocasına, Akşemseddin’e verilmesini istiyor. İşte o zaman “Fatih” oluyor bu yüreği kıpır kıpır atan yiğit kahraman. Ve fethin kodlarını veriyor bu hareketiyle: İlim, edep, sevgi, saygı, hürmet…

Sen de geçebilirsin yârdan, anadan, serden, / Senin de destanını okuyalım ezberden.” (Arif Nihat Asya)

18 Mart Çanakkale Zaferi

Çanakkale İçinde Vurdular Beni!

Savaş değildi, cephe değildi Çanakkale. Bir avuç iman erinin, bir avuç toprakta, vatanı için can pazarıydı. Hem karada hem denizde etten duvar örmesiydi, Anadolu çocuklarının. İki yüz elli bin Mehmetin; kafa, göz, gövde, çene, parmak, el, ayak ile düşmanın önüne set çekmesiydi. Mahşerdi, kıyametti Çanakkale. Can, namus, Hak, hürriyet ve istiklal için gövdesinden kurduğu bir kaleydi Çanakkale.

Tarih, hem yas hem zafer olan böylesi çarpıcı bir mücadeleyle karşılaşmamıştır. Ağlayarak kutlayan, göğüs gererek üzülen bir millet olmamıştır. Gurur duyduğu Mehmetçiklerinin mezarını bilememiştir. Çünkü Gelibolu Yarımadasının her metrekaresi bir mezardı. Biyolojide toprağın nefes aldığını öğrendik. Biliyordum toprağın nefes aldığını. Çanakkale’de toprak yok muydu? İşte o topraktan bahsediyorum. Ölmeden mezara konan Mehmetçiklerimiz yatıyor. Üst üste, yan yana. Çanakkale Mehmetçik kokuyor biliyor musunuz?

“Dur yolcu! bilmeden gelip bastığın / Bu toprak, bir devrin battığı yerdir / Eğil de kulak ver, bu sessiz yığın / Bir vatan kalbinin attığı yerdir” (Necmettin Halil Onan)

“Dünyanın hiçbir ordusunda sizin gibi temiz yürekli asker bulunmamıştır.” diyen Mustafa Kemal önderliğinde, 276 kilo mermiyi tek başına sırtlanan Seyit Onbaşıyla, Nusret Mayın gemisiyle, Ezineli Yahya Çavuşla, 57. Piyade Alayıyla, 15 yaşındaki çocuk askerler ve bildiğimiz bilmediğimiz tüm yürekli askerlerimiz savundu. Çanakkale kazanılmadı, zaten bizimdi. Çanakkale geçilemedi, bundan sonra da geçilemeyecek!

19 Mayıs Atatürk’ü Anma Gençlik ve Spor Bayramı

Güneş Ufuktan Şimdi Doğar, Yürüyelim Arkadaşlar!

Batılı Emperyalist güçlerin Anadolu topraklarına ayak basıp, İstanbul’u işgal ettikleri günlerdi. Başkent kuşatılmış, devlet hareket edemez hale gelmişti. Anadolu çaresizdi. Yakın bir zamanda Çanakkale’de yüz binlerce vatan evladı, bir hilal uğruna toprağa düşmüştü. Fransızlar, İngilizler, İtalyanlar, Yunanlar… kendilerince Anadolu’yu parsellemişti. İşgal edilmeyen çok az şehir vardı.

16 Mayıs 1919’da Mustafa Kemal, Hasan İsmail Hakkı Bey, 23 subay ve 25 er ve erbaş ile birlikte vapurla yola çıktı. Bandırma Vapuru… Vapur eski, Karadeniz hırçın, Mustafa Kemal kararlıydı. Gözlerinde mavi bir Karadeniz vardı. Mustafa Kemal vatandı. 3 gün 3 geceden sonra 19 Mayıs’ta vardı Samsun’a. Sokaklarda Türk bayraklarıyla herkes vapurun gelişini kutluyordu. “Sesimizi yer gök, su dinlesin / sert adımlarla her yer inlesin.”

19 Mayıs; Anadolu’nun uyanışı, Türk milletinin yeniden dirilişi, halkın teşkilatlanışı ve topyekün bir kurtuluş mücadelesinin sembolüydü. Millî müdafaanın anahtarı, hürriyet ve bağımsızlığın en büyük adımıydı. Samsun, Havza, Amasya, Sivas, Erzurum; milletimizin azim, kararlılık, birlik, beraberlik ve dayanışmasının adı oldu. Mustafa Kemal öncülük etti, liderlik yaptı Milli Mücadele meş’alesinin ateşini yaktı. Yaşasın 19 Mayıslar, Yaşasın İstiklal Mücadelesi!

23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı

Hâkimiyet Kayıtsız Şartsız Milletindir!

Tarihler 23 Nisan 1920’yi gösteriyordu. Bir Cuma günüydü… Ankara’da Hacı Bayram Camii’nde Cuma namazı kılınıp, kurbanlar kesilerek, dualarla açıldı Türkiye Büyük Millet Meclisi. Yeminlerden sonra geçici süreliğine vekillerin arasından en yaşlı olan Sinop milletvekilli Şerif Bey, meclis başkanı seçildi. Arkasından da Mustafa Kemal TBMM Başkanı oldu. Yeni bir devletin, Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk önemli adımı atılıyordu böylece.

Bir taraftan Batı cephesinde Yunanlarla savaşıyoruz, bir taraftan, yokluk ve kıtlıkla mücadele ediyoruz. Böyle bir ortamda, Mustafa Kemal önderliğinde, Anadolu’nun her bölgesinden, her ilinden temsilciler geliyor Ankara’ya. Her şeyi, danışmak ve bir kurtuluş reçetesi oluşturmak için. Ne müthiş bir düşünce, ne erdemli bir davranış, ne mübarek bir çaba. Allah, Kur’an’da, “… Onların işleri kendi aralarında şura (danışma) iledir.” (Şura 38) buyurmuyor mu?

İşte böyle bir gün, Millî Hakimiyet ve Çocuk Bayramı ilan edildi. Dünyanın hiçbir ülkesinde, böyle bir çocuk bayramı yoktur. Yıllardır, başka ülkelerden çocuklar gelir ülkemizde misafir ederiz onları. Dünyanın bütün renkleri sokaklarımızı, caddelerimizi süslerler.

Bir gün yolunuzu düşürün Ankara Ulus’taki Birinci Meclis binasına. Şimdi müzedir. Görün bakın, o günlerin hatıraları canlanacaktır gözünüzde.

“Sanki her tarafta var bir düğün / Çünkü en şerefli en mutlu gün / Bugün yirmi üç nisan / Hep neşeyle doluyor insan”