Melankolik Sonbahar
Bir türlü yazmayı istediğim; ancak fırsat bulup da yazamadığım bir konuyu daha doğrusu sevdiğim bir mevsimi anlatacağım. İnsana sorsalar hangi mevsimi seviyorsunuz diye. Başkalarını bilmem; ama hemen söylerim, ”sonbahar ” diye…
Sonbahar mevsimi bana her zaman güzel gelmiştir. Bilmiyorum nedenini. Galiba ilk öğretmenliğimi Gümüşhane’nin Kelkit ilçesinde, dağ köyünde yaptığım içindir. Köy, ormana yakın; ancak çok ağaçlık değildi. Sonbaharda okula başladığımız için sarının tüm renklerini kış gelinceye kadar görürdük. Oradan kalma galiba.
Her mevsimin rengi vardır. Kış beyaz, ilkbahar yeşil, yaz beyaz, sonbahar ise sarı. Sarı yapraklar, sararmış bitkiler arasında sarının tüm tonlarını görmek mümkündür bu mevsimde.
Sarı sonbahar ile esen, üşütmeyen; ancak soğuk o rüzgarı; geçmişi, unutulmuşu, en sonunda ölümü hatırlatır bana… O sarılık içinde nereden nereler geldiğini, yaşadığın acı tatlı hatıraları göz önünden geçer bir film şeridi gibi.
O film şeridinde bir başarı öyküsü, bir ayakta durma dirayeti yoktur belki de… Vay be, dersiniz kendi kendinize, neler yaşamışım ben, diye. Bir muhasebe, bir hatırlatma yaptırır size sonbahar. En sonunda sizi unutulmuşluğun döşeği, yatağı olan ölüme götürür hayalinizi… Bir üzüntü sarar bedeninizi ölen herkes gibi öleceğinizi, unutulacağınızı kafanıza vurur da vurur. Neyse çok karamsar oldu galiba.
Elimde kahve, dışarıda esen sonbahar rüzgarının önüne kattığı yaprakları, bir beşik gibi salladığı ağaçları seyretmek bana çok keyif veriyor. Bu satırlarda bir hayalimi anlatmadan geçmek istemiyorum. Bir bank… Önümde etrafı ormanla kaplı göl, elimde bir kahve, kulağımda hafif bir müzik, yanımda başını yasladığım, sevdiğim insan ve bu manzaraya en yakışan mevsim sonbahar… Tabii de o mevsimin geçmişe götüren rüzgarı… Bu hayalim için başımı yasladığım sevdiğim insanı buldum. Sırada o sonbaharı yaşayacağım. Abant tarafına gitmek kaldı. İnşallah o da olur.
Melankolik gelebilir; ancak ben sonbaharı seviyorum.