“Ey Oğul! İnsanı yaşat ki devlet yaşasın!” (Şeyh Edebali)
Tarih 21.02.2006. Anne Ayfer, minik yürek Yiğit’i dünyaya getirirken, baba Sercan ile amcasının oğlu Salih, 1985 Reno Steyşın bir arabanın arkasında, 3 koyun ile jandarma çevirmesine girdiler. Sercan, resmi biraz silik bir ehliyet uzatmıştı memurlara. Ehliyet, ölmüş kardeşine aitti, sicili temiz nasıl olsa. Bir kontrol eder sonra bırakırlar.
Önceki gece, 5 koyunun çalındığı ihbarı vardı jandarmada. Salih, yaptıkları vurgununu kutluyordu, eşi dostu toplayıp bir koyunu çevirmişlerdi bağdaki sayvanda. Birini de müstakbel kayınpederine hediye etmişti Salih. Diğer üçünü de hayvan pazarında okutup yollarına bakacaklardı.
Salih, soğuk esen rüzgârda montunun yakasını kaldırdı ve endişeyle mırıldanarak: “Bu Cenderme de emme uzattı ha Sercan!” dedi sigarasını yakarken. Bir saat sonra kodestelerdi. Barınak yerlerinde, sürüde veya açık yerlerde bulunan küçükbaş hayvan hırsızlığından işlem yapılacaktı haklarında ve Salih için bu sıradan bir şey, fakat Sercan için kaygı verici bir olaydı.
İki gün boyunca Ayfer haber alamadı kocasından. Kucağında bebesi Yiğit, karakolun yolunu tuttu. “Kocam kayıp!” diyecekti onlara. Olanları duyduğunda inanmadı; bağırdı, çağırdı, karakolu birbirine kattı. “Sercan değildir, o yapmaz! Elinden gelmez, sobayı yak desem yakmaz gavur, hayvana hiç el sürmez!” diyerek, havan eli tutmaktan nasırlaşmış elleriyle saçını başını yoluyor, masalara vuruyordu. Sütü gelmiyordu kaygıdan, bisküvi ile bulguru havanda dövüp suyla kaynatıp içirmeye çalışıyordu minik yürek Yiğit’e. Bir astsubay aldı çocuğu elinden, çocuğa bir şey olmasın diye sakinleştirmeye çalıştılar kadını. Başaramayınca 112 ekiplerini çağırdılar.
Bir hastane odasında açtı gözlerini Ayfer. İlk sorusu “Çocuğum nerede?” oldu halsizce. Kimse yoktu odada, daha yüksek sesle bağırmaya başladı, serumunu kolundan çıkardı attı. Elbiselerini soymaya çalışarak hastane koridoruna çıktı. Kolundan kanlar damlarken sendeleyerek koşuyor, geniş koridorda duvardan duvara çarpıyor, “Çocuğum nerede?” diyerek bağırıyordu. Hasta bakıcılar, yakalayarak tuttular Ayfer’i, hemşireler de yatıştırıcı iğne vurdular. Sakinleşti ve bıraktı kendini: “Yiğidiiiiim nerdesin, Sercaaaaan nerdesin?” Ve uykuya daldı.
Ayfer, birkaç saat sonra gözlerini açtığında, odasındaydım. Beni gördüğünde, hasta bakıcılara hastanın durumunu soruyordum. İzleniyor hissine kapılarak Ayfer’e baktım. Yattığı yerden kalkmış oturuyordu. Malum olmuşçasına bana: “Çocuğum nasıl dedi?” halsizce. Gayet sakin ve ağırbaşlı bir tavrı vardı. Hemşirelerin, “Ortalığı birbirine kattı hocam, aman tek konuşma, yanında birileri olsun!” dedikleri kadın bu muydu? Nerden biliyorsun ben kimim, çocukla ne alakam var?
Minik yürek Yiğit, yuvadaydı. Kadın, karakolda bayılmış ve memurlar durumu nöbetçi savcıya anlatmışlar. Savcı da, araştırın akrabası veya bir yakını yoksa çocuğu sosyal hizmetlere götürün, talimatını vermiş. Kimsesi yokmuş Sercan’ın. Komşular, Ayfer için de “Kocaya kaçtı zaten, anası babası almaz çocuğu.” deyince uzatmamışlar, konuyu getirmişler bizim yuvaya. Mama almışlar, aralarında para toplayıp doyurmuşlar karnını minik yüreğin. Altını da değiştirmeyi ihmal etmemişler. Tertemiz cibinliklerle ve bir puset içinde getirmişler yuvaya. Askerim benim, sefil etmemiş minik yüreği.
-Ayfer Hanım, geçmiş olsun, benim adım Tahsin. Çocuk Esirgeme Kurumu’nda çalışıyorum. Yiğit bizimle, durumu iyi ve sağlıklı. Karnı tok, iki saatte bir vitaminli mama yediriyoruz, iştahlı maşallah. Güzel elbiseleri var ve sıcak bir beşikte uyuyor. Evladını kaybetmiş bir annenin duyması gereken şeylerdi bunlar.
-Oğlumu görmek istiyorum, dedi Ayfer.
-Hava yağışlı diye getirmedik. Sen toparlanır toparlanmaz bu adrese gel, çocuğunu al, diyerek bir kâğıt uzattım. Bak, numara var altında, istediğin zaman arayabilirsin, bilgi alabilirsin Yiğit hakkında.
İnanır mısınız, yarım saatte bir aramış sabaha kadar. Hemşireler ses etmemiş başta; ama sonra aratmak istememişler, çıkmak istemiş hastaneden. “Sabah vizitesinde doktor seni görmeden bırakamayız!” diye izin vermemişler. Ayfer, her telefon istediğinde “kontörümüz yok, şarjımız bitti, ben telefon bekliyorum!” diye mazeretler sunmuşlar. Yuvadaki nöbetçi amir de yarım saatte bir çalan telefonlardan yorulmuş. Bakıcı annelerden birini oturtmuş telefonun başına, önüne de bir kâğıt koymuş, burada yazan dışında hiçbir şey söyleme, diye de tembihlemiş. Bakıcı anne yorulmuş, değiştirmişler. O gece vardiyası içinde, üç bakıcı anne yıpratmış Ayfer.
Doktor Bey, odaları tek tek gezerken sıra Ayfer’in odasına gelmiş. İçeri girdiğinde Ayfer giyinmiş kuşanmış, sabah içtimasına çıkan asker gibi dikili duruyormuş. Doktor odaya girdiğinde, refakatçi zannetmiş Ayfer’i, “Hastan nerede?” diye sormuş. Hemşireler anlatmış durumu Doktor Bey’e. “Tamamdır hasta iyi görünüyor, taburcu edelim, ilaçlarını anlatın!” deyip çıkmış odadan.
Ayfer, çocuğunu kucağına aldığında önce bir rahatladı, içi huzurla doldu. Hem mutluydu hem de bir boşlukta gibi hissediyordu. Çocuğuna sarılıp ileri geri sallanmaya başladı. Defalarca seslendim bakmadı. Sesimi daha da yükselttim duymadı. Bakıcı anne omzuna dokundu. İrkilerek kendine geldi.
-Ayfer Hanım, gelin Sosyal Servise geçelim, görüşeceklerimiz var, dedim
Birlikte Sosyal Servise geçtik. Nerede yaşadığını, eşinin ne iş yaptığını, nasıl geçindiklerini sordum.
-Derebeşik köyünde kaynımgille birlikte yaşıyoz. Ne etcem, başka kalacak yerimiz yok. Kocam hamallıktan, inşaatçılıktan gari iş buldukça çalışır. Karton, naylon toplar satar, kendi halimizde geçiniyoz. Kaynım sağlam pabuç değildir; çelmiş bizim beyin aklını, birlikte koyun çalmış dediler. Cenderme götürmüş, ne zaman gelir bilmiyorlarmış, boyu devrilesicenin. Ben de kaldım bu sabiyle bir başıma.
-Peki, buradan çıkınca nereye gideceksin?
-Evime, gidecem başka yerim yok!
-Bak Ayfer Hanım, elimdeki belgelere göre Sercan Bey tutuklanmış ve suçu sabit görülmüş, birkaç yıl hapis yatabilir. Salih Bey de keza aynı şekilde. Siz neyle geçineceksiniz nasıl yaşayacaksınız?
Kayınbiraderinin hanımının da çocuğu varsa, onu da al gel, başvurunuzu alalım, size yardım çıkarttıralım.
Hiçbir şey söylemedi. Hiç soru sormadı. Boş gözlerle yere bakmaya başladı. Söylediklerimi tekrar ettim.
-Ayfer Hanım, beni duyuyor musunuz?
Başını salladı “Evet!” dercesine. Su istedim çay ocağından. Getirdiler. Bir iki yudum aldı. Koydu sehpaya.
Eline, yazdım verdim söylediklerimi.
-Bunu muhtara göster, o sana yardımcı olur, dedim.
Başını salladı tekrar teşekkür edercesine. Çocuğuna sarıldı ve yorgun adımlarla çıktı kurumdan.
Pencereden dışarı baktığımda, bahçeden ayrılırken sanki omuzunda dünyalar kadar yük varmış da inatla ilerlemeye çalışan birinin yürüyüşünü görüyordum bu annede. Zor bir zamanda anne olmuştu. “Allah beterinden saklasın, yar ve yardımcısı olsun!” diye dua ettim kendi kendime. Ayfer’in durumu, yurtta kalan çocukların ebeveynlerinden kötü değildi nasıl olsa. Minik yürek Yiğit’in, “Yavrum!” diye sarıldığı, kalp sesini duyduğu ve kokusunu hissettiği bir anası vardı.
Birkaç gün sonra geldiler yeniden. Başvurularını aldık. Sosyal Hizmetler Çocuk Esirgeme Kurumu üzerinden dağıtılan “Ayni-Nakdi Yardım” adı altında bir hizmet vardı. Şimdilerde bu hizmetin adı “Sosyal Ekonomik Destek” ve bu hizmeti sunan birimlerin adı Sosyal Hizmet Merkezi Müdürlüğü. Eşini kaybeden, eşi cezaevine girmiş ya da eşinden boşanmış çocuklu kadınlara, belirli bir müddet boyunca aylık olarak veya tek seferlik peşinen ödenen bir yardım türü. Amaç; bir kriz döneminde, çocuklar ekonomik yoksunluk nedeniyle ailelerinden kopmasın, devlet korumasına alınmasın. Kaymakamlığa bağlı hizmet veren Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakıf Başkanlığı’na da bildirdik aileyi. “Kömür yardımı” almışlar daha önce, yardımı tekrar çıkarttırdık. Ayrıca evlerinin çatısı da Vakıf tarafından tamir edildi. Tekrar hayata tutunmaları için Sosyal Devlet anlayışına göre kurumlar elinden geleni yapıyordu.
Yeter ki minik yüreklerin canı sağ olsundu.