Şu kısacık ömrüm boyunca, hep birilerinin yüzünü güldürmek istedim. Hep güzel sözler söylemek, iyilikle mukabele etmek istedim. Oysa şimdi? Şimdi beni bir kez bile görme ihtimalinizin olmadığı yerlere, gözümün hiçbirinizin gözündeki sahteliğe değmeden geçerek aranızdan gitmek istiyorum. Ne yapayım, yaşayamadım.
Gözlerimin yaşından her yeri buğulu gördüğüm için yön levhalarını bile görmeden beyaz çizgileri takip ederek düştüm yola. Mevsim bahara yakın, kış. Ne yapacağımı, nereye gideceğimi hiç bilmeden gidiyordum. Birden aklıma, ben üniversitede okurken, bir üst geçitte mendil satarak geçimini sağlayan Hasan Dede’yi aramak geldi. Hiç düşünmeden çektim arabayı sağa, aldım telefonu elime. Sonra düşündüm, kaç yıl oldu, öldü mü, kaldı mı, beni hatırlar mı, bilmiyorum.
Tuhaf bir adamdı Hasan Dede, üst geçidin ortasına her gün mendilleri nizami bir şekilde dizer, elinde bir tespih, ağzında zikir, gelene geçene gülümseyerek bakar; fakat tek bir kelime bile etmezdi. Bir gün bir mendil alayım da, halini hatırını da sorayım demiştim de öyle tanışmıştık. Eskiden zenginmiş dediğine göre, İstanbul’da oğullarıyla lokanta işletiyorlarmış. Eşi vefat ettikten sonra durmak istememiş oralarda, oğlanlarla da arası açılmış, hayırsız çıktıklarından yakınırdı yarım ağızla. Ne yaşadı ne gördü bilmiyorum, bir eksiğin ihtiyacın var mı diye sorunca yok, derdi çarçabuk. Arada bir dizlerinin sızladığından yakınır, varsa bir merhem getir oğlum, bana derdi.
Bir umut aradım Hasan Dede’yi, açtı telefonu, beni hatırladı. Hacı Bayram’da bulunan bir kitabevinin yanındaki çay evine gitmemi söyledi. Bildiğim kadarıyla o civarda yaşıyordu, bilmiyorum bir evi bile var mıydı? Dediği yere vardım, tahta bir tabureye oturdum. Daha oturur oturmaz sıkılacağımı hissetmeye başladım. Hasan Dede’yi tekrar aradım, biraz gecikeceğini, çayevinin sahibinin arkadaşı olduğunu ve onunla tanışıp muhabbet edebileceğimi söyledi. Hoş sohbet birisiymiş, Hasan Dede’yi de severmiş. Adını sordum, Kutbettin cevabını aldım.
Orta yaşlı, hacı sakallı, cam dibi gözlüklü, sıcak bir gülümsemeyle etrafına bakan bir adamdı. Hasan Dede’nin arkadaşı olduğumu söyledim ve kısa bir konuşmanın ardından beni ocağın yanındaki masaya davet etti. Bu ilginç görünümlü amcayla nasıl konuşacağımı düşünürken, çalışanlardan birisi geldi ve bir adamın oturup saatlerce çay içtiğini, parasının da çıkışmadığını, hesabı eksik verdiğini söyledi. Kutbettin Amca’nın yüzündeki umursamaz gülümseme hiç eksilmedi bile, ben canı sağ olsun deyip geçeceğini düşünürken, Kutbettin Amca çalışana o adamın hangi masada oturduğunu sordu, çocuk işaret ederek gösterdi.
Kutbettin Amca, bana iki dakika müsaade evladım dedi ve hızlıca doğruldu tabureden. Adamın yanına gitti, koluna girdi, bir şeyler konuştular; ama duyamadım, adamı aldı, biraz uzaklaştılar, Kutbettin Amca’nın adamın cebine bir şeyler sokuşturduğunu gördüm. Para verdi muhtemelen diye düşündüm. İçim ısındı birden. Sonra hızlıca gelip oturdu yanıma tekrar, özür diledi. İlginç bir şekilde çok kibar ve tok bir konuşması vardı. İki çay söyledi ve yüzüme doğru hafif eğilerek: “Evladım, bu gözler körse dünyaya kör, derdini görmüyorum zannetme, anlatacak mısın, yoksa sormamı bekleyecek misin?” dedi. Gözlerim doldu birden, ne var ne yok anlattım içimdeki. Pür dikkat dinledi beni, en sonunda bana şöyle sordu:
-Gerçekten ağır mı geliyor?
-Evet
-Peki, bununla yaşamaktan korkuyor musun?
-Ölmek bile bu kadar umurumda değil Kutbettin Amca; ama ben nasıl hesap vereceğim öte tarafta, söylesene abi, ne demeyi düşünüyorsun sen?
-Yarın bana ey Kutbettin şu fani dünyadan ne getirdin bakalım diye sorarlarsa, derim ki, Ya Rabbi, şu kurtlar sofrasından sana güler yüzümden, rahmet ümidimden başka bir şey getiremedim, ben kendime değil, sana güvendim, sen bana bir şey sorma!
O an yaşamaktan değil sanki Cehenneme gitmekten korktum. Bir çırpıda söylenebilen şu samimi sözlerin içimden ne kadar uzakta olduğunu anladım. Yaşadıkça bu dipsiz kuyuda daha da derinlere düşeceğimi hissettim. Bir ürperti kapladı her bir yanımı. İntihar etme fikri belirdi birden aklımda.
-Kutbettin Amca, ben böyle yaşayarak daha da dibe vurmaktan korkuyorum.
-Öl evladım o zaman.
-Nasıl öleyim Kutbettin Amca?
-Ben seni yaşamak korkusundan kurtarayım ister misin?
-Cidden vurur musun beni Kutbettin Amca?
-Tabi ki evladım.
Kutbettin Amca, birden belinden altıpatları çıkarıp masanın üzerine koydu. Hâlâ gülümsüyordu yüzü. Umursamaz bir şekilde çayından bir yudum daha aldı. İçimi bir serinlik kaplamıştı. Altıpatlar bana acıyarak bakıyordu sanki. Namlunun ucunda gördüm kendimi. Kutbettin Amca, silahı bana doğrulttu. Yüzünde hala bu dünyadan olmayan bir gülümseme…
-Hadi, kapat gözlerini.
-Kapattım.
-Hazır mısın yaşamıyor olmaya?
O esnada bir korna sesi geldi dışardan. Birden gözlerimi açtım, arabadayım, telefon elimde, uyuklamışım. Hasan Dede yazıyor ekranda. Aradım. Tanıdık bir ses açtı telefonu:
-Evladım, ben Kutbettin, Hasan’ın arkadaşıyım, Hasan’ı dün, defnettik…