loader image

Allah’ın Misafirhanesi ve Çelişkiler

          Hac ve Umre niyeti ile yola çıkanlar, Allah’ın misafirleri (Düyuf’ür-Rahman) olarak kabul edilir. Cömertlik ve zenginlikte emsali olmayan Allah, misafirlerine ikram konusunda da sınırsızdır. Bu yüzden Arafat’ta, Müzdelife’de ve Mescid-i Haram’da yapılan duaların, isteklerin geri çevrilmeyeceğine inanılır. Mescidi Haram’ın bir diğer adı da Beytullah, yani Allah’ın evidir.

          Mademki burası yeryüzünün en seçkin yeri; en güzel en temiz mekan olması icap eder. Çünkü Allah’ın evidir. Kur’an-ı Kerim böyle diyor, Resul böyle diyor, dinler tarihi böyle diyor. 

Allah, Hz İbrahim ile oğlu Hz İsmail’den; “Kabe’yi, temelleri üzerine yeniden yükseltmelerini, çevresini temiz tutup imar etmelerini, insanları Kabe’ye davet etmelerini” istemişti. 

          Tarih boyunca Mekke’ye hakim olanlar, Kabe ve Mescidi Haram’ın imarına, temizliğine, güvenliğine, iaşe ve ibadet hizmetlerine büyük önem vermişlerdir. Bunu bir ibadet tutkusuyla gerçekleştirmişlerdir. Kimseden bir bedel beklememiş, Allah’ın rızasından başka bir hedef gözetmemişlerdir.

          Emperyalist Kapitalizm Çağı ile birlikte kutsal topraklara egemen olan iktidarların “mabet” konusunda tutumu değişmiştir. Efendileri gibi onlar da her olaya ve olguya ekonomik değer olarak bakmışlardır. Bunun sonucu Hac ve Umreye, “Mü’minlerin Allah’ın huzurunda birliği ve İslam dünyasının zirvesi” olarak değil de, “din turizmi” nazarı ile bakmış; bu amaçla tıpkı bizdeki Turizm Bakanlığı gibi bir bakanlık kurmuş ve bu doğrultuda gelir artırıcı yatırımları hedeflemiştir.

Yaklaşım böyle olunca, Allah’a kulluk, ibadet, Müslümanların  kardeşliği ve dayanışması, Allah için ikram ve misafirperverlik gibi değerler geri planda kalmıştır. Hatta Allah’ın evi olan Kabe, dinsel bir sembol olmak yerine ekonomik sıradan bir obje haline getirilmiş, başka batıl objelerle birlikte sıradanlaştırılmıştır.

          Bu anlayışla “para getirisi” amaç olmuş, kutsanmış, paralı müşterilerin ağırlanacağı otellere, Babil Kulesi’ni andıran Zemzem Tower’a daha başka bir önem verilmiştir. En son Osmanlı’da gördüğümüz, “sivil mekanların mabetten yüksek olmaması” tevazuu terkedilmiş, mübarek Kabe ve Mescid-i Haram’a, yani Allah’ın misafirhanesine yüzlerce metreye yükselen görkemli, haşin, kaba ve Antik Mısır’da kibirli “Firavun’un; Musa’nın Tanrısına meydan okurcasına inşa ettirdiği kule” gibi oteller dikilmiş, mabet adeta güdük ve çirkin gösterilmeye çalışılmıştır. 

          Allah’ın misafirhanesindeki çelişkiler bunlarla da sınırlı değildir. Ma’taf, yani  tavaf alanındaki mütevazi Osmanlı revakları da lüzumsuz bir öge haline getirilmiştir. Varlıklı hacılar namaza Zemzem Tower’dan icabet ederken, sıradan ve yoksul müminler, ya güneş altında, ya da hoyrat klima karşısında, mermer zeminde, polisin kontrolünde ibadet etmektedir. Kraliyet mensupları ile misafir iktidar sahipleri ve ekonomi baronlarının tavafı söz konusu olduğunda; muhafızlar, ma’taf alanındaki müminlerin arasına hücum kıtası gibi dalar, insanları sağa sola iteler, ayrıcalıklara tavaf yapacakları uygun ortamı hazırlarlar ve bu işkencevari bekleyiş saatlerce sürebilir. Allah’ın huzuruna gelmiş sıradan mümin ise bu tutumu çaresizce izler. Halbuki Medine Devleti’nin kurucusu ile onun ardılları (halifeler) böyle davranmamıştı.

          Ma’taf’ın çevresinde, revakların hemen bitişiğine eklenen katlı ve kapalı tavaf koridorları ile bunların uzantısı olan, ibadet amaçlı kapalı mekanlar sanat tarihçileri ile mimarlar tarafından eleştiriliyor. Sonradan görmeler için müminin gözünün içine sokarcasına “İyi Bak! Ben yaptım! Görüyorsun değil mi, ben neler yaparmışım? Ben nasıl da yaptım; hem de 26.000.000.000 dolar harcadım.” demeye getirilen beton kolon ve kirişlere giydirme mermer işlemeleri, gözü rahatsız edici avize, altın yaldızlı süslemeleri Kabe’nin sadeliği ile hiç örtüşmemektedir. Bu kibir ve gösteriş ile, İslam dünyasının yükselmesi, müminlerin sorunlarının çözümü mümkün değildir.

          Yeryüzünde olan ve olabilecek her sorunun mutlaka bir çözümü vardır. İslam dünyasının sorunları da, çelişkileri de çözümsüz değildir. Bu bağlamda bilgi toplumu, kerim devlet ve İslam Rönesansı ile Allah’ın misafirhanesi gerçek yerini ve değerini bulacaktır.