loader image

Genç Yürek Yanıklarına

           Sanayi devriminden sonra insanların ihtiyaçları ve davranışları çok hızlı dönen bir çarkın içinde un ufak edilip, oluşturulan kalıplarda biçimlenmeye başladı. Bize uzak olan kavramlar, düşünce biçimleri, güçlenip büyüdü ve üç yüzyıldır atalet ve seçkinciliğin sardığı bedenimizi yere serdi. Koca imparatorluk dağıldı; ama Anadolu’nun kalbini yiyemedi. Mustafa Kemal Atatürk’ün ve nihayetinde onun arkasındaki Kuvvacıların müdahaleleri galip geldi, evimiz, vatanımız Türkiye’nin sınırları Mehmetçiğin kanları ile çizildi.

           Türkiye kurt oluş kavgasından hakkıyla çıktıktan sonra, açılan fabrikalar, kültür devrimleri ve yönetimin adalet ve demokrasi ekseninde tasarlanması ile güçlenmeye başladı. Ne var ki Gazi’nin Rahmet-i Rahmana ulaşmasından sonra, yıllar boyu periyodik olarak başımıza musallat ettiğimiz kötü hadiseler yaşadık. Dünyadaki politik kutupların arasında, ideolojik körlükler ile gözlerimizi bağladık. Askeri müdahaleler, terör eylemleri yakamızı bırakmadı. Adaletimiz, eğitim sistemimiz halkımıza hizmetten ziyade, hayatlarında yaşadıkları güçlükleri katladı. Bunun yanında, bir taraftan maddecilik, ezici bir balyoz gibi zihnimize vurularak manevi iklimimizi parçalarken, kıymeti şeytandan menkul maneviyat merkezleri Anadolu insanının inançlarını ipotekledi. Cehalet, ilme savaş açtı, bağnazlık gelişimi durdurdu. Şatafat, gururumuz; geleceğimiz günlük azığımız oldu.

           Bütün olumsuzluklara, umutsuzluklara rağmen, bu bozulma iklimini değiştirecek olan sadece sensin ey genç yürek! Yalnız sensin, lakin yalnız olmamalısın bu yolda. Nerede, milletini düşünen; ama şahsi ihtirasları ile yaşamayan, ülkü sahibi, geniş yürekli var ise sen de orada olacaksın

           Evvela, bozulan dilini korumakla ve onu geliştirmekle mükellefsin. Zira dil, düşünceyi şekillendirir, düşünce de davranışları. Emin ol, tüm bozuklukların arkasında dil sorunu vardır. Ya dil bozulmuş iletişimsizlik yaşanıyordur, ya dil yaşanan hadiseleri tanımlamaya, anlatmaya yetersiz kalıyordur, ya yalan söyleyen diller makam sahibi olmuştur yahut tatlı dil terk edilmiştir. O sebeple dilini düzelt, iletişimini güçlendir, kavramlara hakim ol, böylece düşünce dünyanı besle!

Dilden sonra yalnız başına kalıp tefekkür etmen gerekiyor. Sen kimsin, nereden geldin, nereye gidiyorsun? Gayen nedir ve bu gayeye ulaşmak için ne yapman gerekiyor? Hepsini tarttıktan sonra harekete geçmen, ortak gayeyi taşıyanlar ile adım adım hedeflerine ulaşmalısın. Onları öyle sağlam temellere oturt ki, ileride kendi çocuklarının, vatanındaki çocukların ve hatta dünyadaki çocukların yüzüne bakabilesin.

           İşin hiç kolay değil, bunu bilmelisin! Bazen en başarılı sen olacaksın; ama takdir görmeyeceksin, birileri dalkavukluklarla yüksek maaşlar alır iken, sen hak ettiğin kadrolara sahip olmayacaksın. İş hayatında emeğinin karşılığını almadığını düşüneceksin, sırf farklı düşünüyorsun diye sana kumpaslar kurulacak, linçler yiyeceksin. Böyle anlarda, hakkında idam kararı çıkartılan, suikast planları yapılan Mustafa Kemal Atatürk’ü hatırla, nasıl da başlarına çaldı, bu kararı çıkartanların yüzüne. Böyle anlarda Allah’ın yeryüzüne hediyesi Hz. Muhammed Mustafa’yı hatırla! Tüm zorluklara karşı, kendisine tebliğ edilen hakikatleri, değerleri, nasıl yaydı tüm dünyaya. Ve şunu unutma, sen kendinden emin olursan, yani aslında Allah’tan emin olursan, tevekkülünün arkasında teslimiyet ile gayret el ele tutuşur. Sen de içinde büyüttüğün mum ateşi ile diğer kandilleri tutuşturursun.

           Bir Ken’an’ın kandili ile başka bir kandil yakılmış vaktiyle, ben de yazıma bu kandilden süzülen ışığı eklemek istedim. Edep ile dil güzelliği ile böyle içten dualar etmeniz dileğiyle, genç yürekliler!

 

Ey Yürek Yanığı!

“Anladım; ben sensiz olamayacağım, ey yürek yanığı!

Yeryüzünde senden başka hiçbir anahtar, şu önünde beklediğim kapıyı açmıyor.

Gel, gel de gönlümün içinde dön ve bana o muhteşem kapıyı açıp ardına daya!

Geceyi ürpertip coşturan ben değilim; sensin ey yürek yanığı!

O gece ki, elimde hırpalanmaktan bezmiş gibi bak, işte vakitsiz kaçmaya uğraşıyor.

Ben ise, ölüm dirim boğuşuna düşmüşler misâli, isyanla teslimiyetin çalkantısı arasında onu sımsıkı tutuyorum.

Kollarımı boynuna doluyor, kulağına da, kimseye söylemediğim kelâmı fısıldıyorum.

Ammâ belki de güneş, sırma saçaklı perdesini ağır ağır kaldıracak ve ona altın telli kaftanını giydirip, yalvarsam da yakarsam da gene elimden alıp götürecek.

Bu gece dağları sırtıma yüklesem ağırlık duymayacağım.

Göklere tırmanıp yıldızdan yıldıza atlasam yorgunluk çekmeyeceğim.

Kâinâtı kucaklayıp göğsümde ezsem kanmayacağım, doymayacağım.

Zîrâ bütün haşmetinle can evime geleceğin tuttu ey yürek yanığı!” (1)

 

Kaynak: (1) Sâmiha AYVERDİ, Dile Gelen Taş, Kubbealtı, I. Baskı: 1999, İstanbul.