Adından aldığım ilhamla hayatıma yön vermeye çalışıyorum. Biliyorsun içimden geçenleri, geçtiği halde söze ve yazıya dökülemeyenleri; hatta beynimin arşivinde söze dökülmek için çağırmaya çalıştığım kelimeleri de. Değeri, kıymeti, saygıyı, izzetli ve ikram sahibi olmayı bütün insanların kalbine düşüren sensin.
“Senin kalbinden sürgün oldum ilkin/
Bütün sürgünlüklerim bir bakıma bu sürgünün bir süreği” (S. Karakoç)
Yeryüzüne ayak basmadan önce, Bezm-i Elest’te verdiğimiz sözün unutmadık. Ama sözümüzde duramıyoruz; kelimelerin içini boşaltıyor, kavramları birbirine karıştırıyoruz. Baktığımız aynalar bizi göstermiyor. Yüzlerimizin maskesinden birbirlerimizi tanıyamıyoruz. Yüzünde maskesi olmayanların yüzüne bakınca da kendimizi görebileceğimiz insan sayısı gittikçe azalıyor. Hani:
“Afrika’da öldürülse bir yerli
Canı bende çıkıyor
Seni bildim bileli” (M. Kapkıner)
Dünyanın hangi coğrafyasına bakarsak bakalım insanlar birbirlerinin Habili. Ama o Kabil, günümüz Kabilleri gibi değildi. O Kabil, öldürdüğü kardeşini toprağa gömdükten sonra bir de yasını tutuyordu. Günümüz Kabilleri ise taşsız, sopasız, uzaktan kumandalı aletlerle binlerce kardeşini acımasızca katlettikten sonra, çılgınlık partileri düzenliyorlar, insan damarlarındaki o acıma duygusunun uyanmaması için zil zurna sarhoş olmak istiyorlar. Her ülkede binlerce Ebucehil.
“Biz dünyadan nereye
Göçelim ya Muhammed
Yeryüzünde riya, inkâr, hıyanet
Altın devrini yaşıyor
Diller, sayfalar, satırlar
Ebu Leheb öldü diyorlar
Ebu Leheb ölmedi, ya Muhammed
Ebu Cehil, kıtalar dolaşıyor.” (A. N. Asya)
Görsel ve yazılı basın onların elinde, dünyaya onların gösterdiği pencereden bakıyoruz. Onların heva, heves ve çıkarları doğrultusunda bir hayat tarzını benimsemek zorunda kalıyoruz. Onlara rağmen hayatta kalmanın ve izzetimizi korumanın mümkün olmadığına inandırılmaya zorlanıyor, bilerek ya da bilmeyerek onların ekmeğini yiyip onların kılıcını çalanlara da “hoşgörülü” davranılmak zorunda bırakılıyoruz.
Ey, sonsuz izzet sahibi, yüceler yücesi! Bize onur ver, bize izzet ver, yüreğimiz ayaklar altına düşmesin! Sana verdiğimiz sözün içini boşaltanlardan eyleme, bize yardım et! Sen kimsesizler kimsesisin! Bu dünya sürgününde dağınık yaşamaktan birbirimizin derdi ile dertlenmekten aciz kaldık, aczimizi gider; sana verdiğimiz sözün doğrultusunda kendimizden yağacak yağmurlarla ömrümüzü bereketlendir! Dudaklarımızda yemleyip avuçlarımızdan uçurduğumuz kuşları, zulmedenlerin üzerinde ebabil sürüsü eyle! Senden aziz bir dost bulamayacağımızı biliyoruz! Bildiklerimizi bilemediklerimizden çıkart, bizi bizle baş başa bıraktığında da senin kapından başkasına muhtaç eyleme!
Önderimizin kavi dostlarından Ömer Efendimiz, yüzyıllar önce bize şöyle göndermede bulunuyor: “Biz zelîl bir kavim idik. Allah-u Teâlâ bizi İslâm ile azîz eyledi. İzzeti, Allah-u Teâlâ’nın bizi azîz ettiği şeyden (İslâmiyet’ten) başkasında ararsak, Allah-u Teâlâ bizi eskisinden zelîl eder (alçaltır).”
Efendim, hayatın tadı tuzu, yaşamanın kıymeti, yatakta ölümün arzulanmadığı kısaca hayatın dolu dolu yaşandığı, varsıllığın paylaşılarak çoğaldığı, yoksulluğun şükrederek azaldığı yılların bereketiyle dünya sürgününüzü tamamladınız ne mutlu size.
Ey sevgide üstün tutulan, ey en Sevgili. Sen de en Sevgilin aracılığıyla bize gönderdiğin ayetinde: “Ey Muhammed! de ki: ‘Ey mülkün sahibi Allah’ım! Sen mülkü dilediğine verirsin, dilediğinden de onu çeker alırsın, dilediğini aziz edersin, dilediğini zelil edersin. Hayır Senin elindedir. Muhakkak ki, Sen her şeye kâdirsin.” (Âl-i İmrân, 26) diyorsun.
Ey her şeye Kâdir olan, biz sahip olduğumuz dünya metaını kendimiz elde ettik zannediyoruz. Bazı binalarımızın kapılarına “Mülk Allah’ındır” diye yazıyor yazmasına da sosyal hayatımızda bu kelimenin içini doldurarak cebimizi ve yüreğimizi kardeşlerimize açamıyoruz. Hani:
“Besmele, ekmeğimizin bereketiydi
İki dünyada aziz ümmet
Muhammed ümmetiydi.” (A. N. Asya)
Bu ümmet böyle mi olmalıydı? Biz bir batında yattığımız insanları kardeş olarak biliyoruz; ama bir batında yatmış olsak da birimiz izzetli, diğerimiz zelilliğin sularında kulaç atıyoruz. Biliyoruz ki senin koymuş olduğun yasada kardeşlik hukukuna riayet ettiğimiz müddetçe hayatı dolu dolu yaşarız.
Azizim, yarattığın bütün mahlûkat emirlerine harfiyen uyarken sana isyan eden ya da isyancıların yanında bulunan nice kavimleri helak ettiğini, insanlığın son Sevgilisi aracılığıyla gönderdiğin kitapta döne döne okuduk. Başımıza bir musibet geldiğinde senin varlığını hatırladık, senden yardım istedik.
Furkan 71’de “Kim tövbe edip iyi davranış gösterirse, şüphesiz o, tövbesi kabul edilmiş olarak Allah’a döner.” diyorsun. Bizi bağışla, o aziz ümmetin yolunda yürüyen ümmet eyle, ayaklar altına düşürülmeye çalışılan onurumuzu, izzetimizi bir sancak gibi yüreğimizde dalgalandır. Bizi yeryüzünde böbürlenerek gezen insanlardan eyleme!
Azizim, kelimeler hali pür melalimi anlatmaya yetmiyor, sen içimden geçenleri ve geçecek olanları biliyorsun. Hani Önderimiz: “Kişi sevdikleriyle beraberdir.” diyor ya, ben de sevdiğim bir şairin duasına, avuçlarımdaki kuşlarla yoldaşlık etmeye çalışıyorum:
“Verilmemiş hesapların korkusuyla
Sana geldim, ayaklarına kapanmaya geldim
Af dilemeye geldim, affa layık olmasam da
Sevgili
En sevgili” (S. Karakoç)