Dergimizin bu sayısında popüler kültürde ve toplum nezdinde doğru bilinen iki yanlışı aydınlatma niyetindeyim. Bu yazı halihazırda pek çoğumuzun gün içinde duyması yüksek seviyede muhtemel şeylerden bir seçme içerecek.
O senin doğrun, bu benim doğrumdur.
O senin doğrun, bu benim doğrumdur, demek örtük olarak aslında bir doğrunun olmadığını imler. Senin doğrun, benim doğrum varsa aslında ortada gerçek bir doğru yok demektir. Doğru olduğuna inandığımız öznel yargıların olduğunu iddia etmektedir bu önerme. Elbette kimi konularda öznel yargılarımız olabilir. Fakat bunu her konuya geneller ve bugün sıklıkla kullanıldığı düzeyde senin doğrun söylemine çevirirsek bu doğrudan doğruluk denilen şeye olan inancımızı ortadan kaldırır.
Neden böyle düşündüğümüzü şöylece açıklayacak olursak; doğruluk konusunda bazı konuların birden fazla olasılığı kendi içinde barındırdığını düşünürüz. Zira bu konular hakkında yeteri kadar bilgimiz yoktur. Gündelik dilde olasılığı o şey hakkındaki bilgimizin yetersizliğiyle ölçeriz, elbette analitik dilde durum tam tersi olsa bile. Bu anlamda o konu hakkında fikirler olduğunu; ama tek bir doğru olmadığını düşünürüz. Oysa burada yeterince düşünmediğimiz şey, bilgimiz olduğu takdirde bir önermenin doğruluk değerlerinin sınırlı olduğudur.
Öte yandan modern mantıkta -Platoncu mantığı bir kenara bırakırsak- bir önermenin belirsiz bir değeri de söz konusudur. Bu anlamda olasılıksal düşünme inşa edilebilir. Ama her halükârda bu da doğruluk konusunda “o senin doğrun” dememizi gerektirmez. Örneğin “güneş vardır” önermesinin gerçeklikle örtüştüğü için doğru bir önerme olduğunu söyleriz. Güneş sana göre vardır demeyiz. Fakat iş yaşam hakkında olunca ya da daha soyut meselelere geldikçe sana göre ifadelerini eklemeye başlarız.
Birincisinde çeşitli deneyimlerin zorunlu olarak farklı gerçekliklere işaret ettiğini zannetme hatasına düşeriz. Oysa deneyimleri yorumlayan ve onları yeni baştan zihnimizde kuran biziz. Burada esas olan deneyim değil, deneyime yönelik yorumumuz. İkincisindeyse soyut konularda yeterince deneyim verisinin olmadığından hareketle herkesin atıp tuttuğunu, bu yüzden de gerçek bir doğru olmadığını varsayarız. Elbette kimi konularda çift değerli yargılardan kaynaklı farklı bakışlar aynı anda doğru olabilir veya önerme belirsiz bir değer alabilir. Fakat bu yine de o konu hakkında bir doğrudan bahsedemeyeceğimizi göstermez.
Örneğin X programını Y koduyla çalıştıracağımızı düşünelim. Y kodunda komut satırı hatası olsa veya Y kodu değil de Z kodu ile çalıştırmak isteyecek olsak farklı sonuçlar elde ederiz. Bu gündelik hayatta da soyut konularda da böyledir. Ulaşabileceğimiz net, tutarlı ve gerçekliğe uygun fikirler tabii bir şekilde vardır. Sadece bilgisizliğimiz bizi bundan alıkoyar.
Şunu da belirtmekte fayda vardır ki bir konuda X yargısının doğru olduğunu bilmemiz bizi kendi fikrimizin mutlak doğru olduğuna inanmaya itmemelidir. Sadece doğru yargıyı aramak için bize motivasyon sağlamalıdır. Ayrıca herhangi bir doğru olmadığına, sadece doğruluğu belirsiz fikirler olduğuna inanmak kişinin hem felsefi-zihinsel hem de pratik-ameli dünyasını olumsuz yönde etkiler. Zira herhangi bir doğru yoksa düşünmeye, uğraşmaya değer bir şey de yoktur.
X düşünce, insan doğasına/fıtratına uygun, Y düşünce uygun değildir. Uygun olan düşünce ahlaken doğru, uygun olmayan ahlaken yanlıştır.
Bu önermeyi kurarken kafamızda sürekli özcü fikirler olur. İnsan doğasına mutlak uygun bazı idealler olduğuna inanır ve kimisinin mutlak uygun olmadığını zannederiz. Elbette insan doğasına uygun olan veya olmayan fikirler vardır. Fakat bunun ortaya konması öyle kolay olmadığı gibi palyaço ahlaklı gelişigüzel iddialarla saptanamaz. Sırf bir fikrin doğru olduğuna inanıyorum diye o insan doğasına uygun olmak durumunda değildir. Örneğin bir kültürde belirli ilişkiler ağında kıskançlık olup diğer kültürde olmaması birini insan doğasına uygun diğerini uygun olmayan yapmaz. Her iki güdü insan doğasına uygun olabileceği gibi her ikisi de uygun olmayabilir. Her eylemimizde doğamıza uygun olanı ya da olmayanı yapmayız.
Öte yandan insan doğasına uygun eylemi veya fikri kültürden ve genel olarak tarihsel süreçten koparıp zaman dışı bir şekilde ortaya koymak oldukça güçtür. Ayrıca bir şey sırf insan doğasına uygun diye doğru olmak durumunda da değildir. Zira insan doğası melek/iyi huylu değildir ve hayatta kalma ilkesi üzerine kuruludur. İnsan doğasında ahlaken doğru olmayan pek çok potansiyel kötülük mevcuttur.
Diyelim ki insan doğası iyi olsun yine de doğru eylem bununla temellendirilemezdi. Ya da insan doğasının iyi ya da kötü olmayıp nötr olduğunu, hatta insan doğası diye bir şeyin olmadığını varsayalım. Her halükârda doğru eylemi insan doğası üzerinden temellendirmemiz isabetli olmazdı. Ancak insan doğası mutlak iyi ve mutlak bilge olsaydı o zaman insan doğası ahlaken doğru eylemin temellendirilmesine dayanak olabilirdi. Zira o zaman mükemmel bir varlıktan söz ediyor olurduk; ancak mükemmel bir varlık mutlak iyi ve mutlak bilge olabilir. Bu da insan doğasını değil Tanrı’yı imler. Tanrı’nın doğası üzerinden ahlak temellendirmek, insan doğası üzerinden ahlak temellendirmeye oranla daha rasyoneldir.
Şunu da belirtmekte yarar görüyorum: İnsan doğası, onu Tanrı yaratmış olsa dahi iyi olmak ve iyiyi buyurmak durumunda değildir. Tanrı’yı övmek ve yarattıklarını yüceltmek adına insanı iyi, mükemmel bir varlık seviyesine yükseltmek insanı övmek değil Tanrı’yla insanı eşit görmek demektir. Diğer taraftan insanoğlunun bu dünyada yaşadığı süre zarfında kendi türünü bile yediği, yamyamlık sergileyen davranışlar sergilediği ortadadır. Böyle vahşi bir canlının, bugün her ne kadar onu rasyonel ve modern insan suretinde görüyor olsak da doğasına dayanarak ahlak kurmak hiç de sağlam gözükmemektedir.