loader image

Ankara Günlükleri

Ali Akbaş’a Dair

 

6 Ekim 2018, 16.15, Ankara

 

“Ferhat

Bir ince sanattır hayat

Rakibine çelme takmadan

Kimseye çamur atmadan yaşamaktır

Milleti soyarak Nemrut da yaşar”

 

Ankara’ya yaklaşırken Mehmet Gözükara’nın Elbistan’ın Sesi gazetesindeki Ali Akbaş yazısını okuyorum. Bir hatıra palazlanıyor hemen. Artık hatıra avcılığına başladım, kaçırır mıyım? 1996 Ankara’sı canlanıyor gözümde birden.

Yatay geçişle 18 Mart’tan Gazi’ye gelmiştim. Geldiğim gün Yazarlar Birliği Girne’de 4. Türkçenin Uluslararası Şiir Şöleni düzenliyor ve bunun diğer ayağı Gazi Eğitim’de, Mavi Binanın oradaki açık hava tiyatrosunda… Gelir gelmez dev bir şiir etkinliği. Dursun’un “her yer para kaynıyor, gel uşağum.” diye Amerika’ya çağırdığı Temel gibiyim. Daha ilk günden böyle bir programla başlanmaz ki demedim tabii. İyi ki dememişim. Saadettin Yıldız Hocam da bu şölenin katılımcısıymış, o yüzden Kıbrıs’a gitmiş. Dolayısıyla Çanakkale’den ayrılırken veda edememiştim hocama. Kısmet işte! Saadettin Hocam, Arif Nihat Asya’yı anlatıyor.

Program sonrası yanına vardım. Program için Ankara’ya geldiğimi sandı. Yatay geçiş yapacağımdan söz etmemiştim. Yatay kaçışımı söyleyince şaşırdı. Habersiz, kendine danışmadan olunca da hoş gözükmedi ya, hocam şairliğime verdi cahilliğimi, üstelemedi. Üstelik babacan tavrıyla “Madem geldin, seni Ali Akbaş Hocayla tanıştırayım. Burada da onunla devam et çalışmalarına” dedi. Tanıştırdı bizi. “Ahmet sana emanet” dedi. Ali Akbaş Hoca da “Yazarlar Birliğinin Genel Merkezine cumartesi günleri gelirsen görüşürüz” dedi. Kendisi o yıllarda Hacettepe’de okutman.

Ankara, insan yönünden beni hayal kırıklığına uğrattı. Bir samimiyetsizlik sezdim, bir bürokrasi soğukluğu insanların üstünde. Gözümde yüce adamlar cüce oldu, aydınlık gündüzler gece… Zaten çekinik, içine kapanık, asosyal bir yanımız var; Ankara bunu daha da besledi. Ankara’ya gelince sosyal bir yön kazanırım, diyordum oysa. İnsanların içten pazarlıklı hallerine zor alıştım. Alışırken de daha ketum, daha sessiz olmaya çalıştım. Çünkü bir yerde söylediğin bir söz, bambaşka bir kılıkla hiç olmadık yerde karşına çıkabiliyordu.

Konuya geri dönelim. Ali Akbaş Hocamı ziyaret için tuttum bir cumartesi Yazarlar Birliği Genel Merkezine gittim, şiir defterimle, hayal dünyama attığım koca şairsi adımlarla. Ali Hoca’nın başı kalabalık, kafası bozuk, canı da sıkkın. Benimle ilgilenmek bir yana Güneysu, Osmaniye deyince hoşuma gitmeyecek birkaç eleştiri de sıralayıverdi. Tuhaf oldum. Buluttan nem kapan, o kırılgan yanım devreye girdi hemen. Gençlik işte, ilgi göstermek gerekirken ilgi bekliyoruz. Tabii defteri açmadan döndüm. Kârım, Âdem Konan’la tanışmak olmuştu. Daha da uğramadım Ali Hocayı görmek için Yazarlar Birliğine.

2013 yılında Kahramanmaraş Belediyesinin düzenlediği 2. Uluslararası Şiir Festivali’nde Ramazan Avcı Hocam, Ali Akbaş’ı sahneye çağırırken “Şöhretler Terzihanesi” şiirini okudu. Şu mısralar enfesti:

 

“Bana diyorlar ki ‘çağ dışı adam’

Kim ne derse desin, efendim ne gam.

Mektep çoğalmakla merkep azalmaz,

Dünyada bir kârı olan aç kalmaz.

Merkür’e, Merih’e başladı sefer,

Hâlâ semer yapar Maraş’lı Ejder.”

Sonra kendisi sahnede epigrafa son bölümünü aldığım “Hayat” şiirini okudu. Keşke dedim içimden, gençken yapışsaymışım eteğine ustanın.

Ali Hoca’yla bir şiir şöleninde yine karşılaştık. Güneysu takdim ettim, Ahlatlıbel adresine de birkaç sayı yolladım. Biliyorum dergi çok, muhtemel gelenleri okumaya vakti de yok Ali Hoca’mın. Geri dönüş olmadı hem hocadan hem de kulaklarımdan. Hâlâ iki güzel şiirinin yankısı duruyor, sonra Selçuk Küpçük bestesi “Göç” şiiri ve 90’larda Güneysu’da yayınlanan “Değirmenci Hayrullah” şiiri de var.

Sosyal medyada Mehmet Gözükara Ağabeyin yayınladığı yazının yanında davetiyeye bakarak “keşke” diyorum, “11 Kasım’da yapılacak Elbistan’daki ‘Ali Akbaş’a Vefa Gecesi’ne katılabilsem”. İşler çok, vakit yok. Ali Akbaş Hoca’ma sağlık ve esenlik dileğiyle…

Ne güzelsin Ankara!