Gazi Yurdu’ndan, yani şu bildiğimiz eski Şeker Yurdu’ndan geriye kalan iki güzel şey var: İlki, yurt girişinin hemen solundaki bahar dallarının içine gömülmüş ev maketi. Uzaktan bakıldığında, camlarında beyaz puanlı kâğıttan perdelerin parıldadığı, kiremit çatılı, ufacık bacalı bir ev. “Yurt” kelimesinin çağrıştırdığı kalabalığı, koğuş havasını değiştiren, ısıtan bir kelime… İkincisi, bahar gelince maketten evin etrafındaki bahar dalları yavruağzı-pembe bir renkte açardı. Yeşil çimenlerle yavruağzı-pembenin enfes uyumundan mıdır ne? Bu manzaradan uzun zaman gözünüzü alamazdınız. Bu, ruhumu kanatlandıran bir Bolero, bir “Bahar Konçertosu” idi, Vivaldi demekti.
Doğduğunuz şehirden kopup Ankara’ya yeni gelmişsiniz… Karşınızda yeni bir şehir ve inadına eskimeyen sıkıntılar… Sizin için bir günün belli saatleri var: Akşamın altısı demek, açlığın unutulduğu yemek kuyruğu demek. Akşamın sekizi, bölük pörçük uykunuzun birinci bölümü… Yüzünüz ağlamaklı bir Mona Lisa… Gecenin on biri oldu mu, sarsılarak uyandırılırsınız; zira imza föyleri kapanmak üzeredir. Anonstan, imzasını atmayanların arasından bozuk bir şiveyle sizin isminiz de okunur. Ranzadan inip ayakkabılarınıza davranırsınız. Terlikle imzaya gitmek yasaktır.
Koltuğunuzun altındaki kitaplarla dörtlere kadar sabahladığınız geceler… Gözlerinizden süzülen uykuyla ranzanızın yolunu zor bulursunuz. Bir naylon çantanın hışırtısı bütün koğuşun, pardon odanın, “cık cık” laması için yeterlidir.
Geç vakitte yatağınıza uzandığınız kimi anlarda, zihninizin yorgunluğunu okuduğunuz kitapların aydınlığı dinlendirir. Odanızdaki horlamalar, bedeninizdeki sızılar yok olur. Pencerenizdeki bütün perdeleri açar, kavak ağaçlarının rüzgârdaki salınışını duyarsınız. Derken, bir Carmina Burana operası başlar…
Akşam-yatsı arası soğuk kış akşamları… Ağaçların arasından öten kuşun sesi gözlerinizi “Mutlu Prens” in gözlerine benzetir. Uzun zaman beton yığınlarının, koridorların arasında ruhunuzu avutan kuşun ne kuşu olduğunu bilemezsiniz. Çok sonra öğrenirsiniz isimsiz kuşun karga kuşu olduğunu…
Erken bahar sabahlarında, Gazi Yurdu’nun karşısındaki kaldırımda yürürken, müzik bölümünün arkasındaki bahar dalı demetleri, Şeyh Galip’ten bir beyit olur:
Gül âteş, gülbün âteş, gülşen âteş, cûybâr âteş
Semender tıynetân-ı aşka bestir lalezâr âteş
Bazen de Neşatî’den iki dize:
Bağa sensiz varamam çeşmime âteş görünür
Gül-i handanı değil serv-i hırâmânı bile
“Allahu ekber! Allahu ekber!..”
Bütün bu düşüncelerle giden bir namaz vakti mi, silinen bir hatıra mı Beşevler-Kızılay arası?
“Köşeyi dönüp kaybolur”dunuz “başı önde, yorgunca…”