Hepimiz hayatın içindeyiz.
Bazen ortasında, bazen de kıyısında.
Kimi zaman tamamen kendimizi hayatın dışında hissetsek de, aslında en ortasındayızdır.
Bazen; kendini bu hayata veya içinde bulundukları çevreye ait olarak görmeyenlerimiz olsa da hayatın içindeyiz ve yaşamaya devam ediyoruz.
İnsan; tüm gerçekliği ile hayatın içindedir ve vardır. Var olmasının ispatı olan, eğitimi, kültürü, ahlaki kişiliği ve karakteri ile vardır.
Peki; ama bu eğitim, kültür, kişilik ve karakter ve ahlaki normlar nasıl oluşur, Bunları oluşturan unsurlar nedir?
Kişiliği oluşturan bir veya iki tane faktörden söz edemeyiz. Dil, din, gelenek, görenek, eğitim, kültür, sanat, dünya görüşü, tarih, aile, çevre, teknoloji, içinde bulunulan ortamlar… Bunlar ilk etapta sayabileceğimiz ana unsurlardır.
Başka bir söyleyişle; insanın, bireysel ve toplumsal olarak, varlığının oluşumu ve şekillenmesine etki eden, soyut ve somut her ne varsa, hepsi etkilidir diyebiliriz.
Bütün bunlar, kişiliğimizi oluşturur. Kişilik, bireye özgü bir yapıdır. Hiçbir kimse bir diğerine benzemez. Bir kişi ne kadar uğraşırsa uğraşsın, başka bir kimseye benzemeye çalışması, onun ile aynı olmak için uğraşıp didinmesi, kendi kişiliğini özünden tümüyle değiştirmesi yönünde çaba sarf etmesi boşunadır. Çünkü; bir kişi ne kadar çabalarsa çabalasın bir başkası olamaz. Ne kadar taklit ederse etsin bir başkası olamaz, olsa olsa kötü bir kopyası olabilir. 1915 yılında Charlie Chaplin dahi, gizlice katıldığı “Charlie Chaplin’e benzeyenler” yarışmasında üçüncü olmuştur. Eğer Chaplin kendini taklit etmeyerek, doğrudan kendisi olarak katılsaydı, durum nasıl olurdu?
Özgüven, özsaygı sahibi, eğitimli, kendi öz kültürü ve insani değerlerle donanımlı, her yönüyle kendisi olan, güçlü kişilikli bireylerin yetişmesi ve çoğalması için, uzun soluklu adımlar atılmadığı sürece yaşanılan sıkıntılar katlanarak artacaktır. Geleceğin kültür ve medeniyetini oluşturacak bireylerin, ekiplerin ve oluşumların yetişmesi adına, bireysel veya grup bakış açıları ve değerlendirilmelerin etkisinde kalınmadan, tüm konular bilimsel olarak ele alınmalı, eni boyu, ciddi şekilde masaya yatırılarak ayakları yere basan bir planlama yapılmalı ve bu plana göre tavizsiz bir şekilde eylem programları hayata geçirilmelidir.
Dünya düzeninin bozularak, dünya coğrafyalarının tekrar şekillendirilmeye çalışıldığı, tek taraflı oluşum içine yönlendirildiği, bilgi kirliliğinin ve kafa karışıklıklarının hat safhalarda yaşandığı ve yaşatıldığı bir süreçten geçiyoruz. Bu süreçte, her alanda dikkatli davranarak, kontrolü kaybetmeden doğru adımlar atılmalıdır. Peki bunu kim yapacak? Tabii ki ben/biz/ bizler. Hem de birinden veya birilerinden herhangi bir şey beklemeden.
Kendi kültürel değerlerimizle, kendi eğitim normlarımızı oluşturarak öz kültürümüze yaslanmazsak, özgün kişiliğimizden ve toplumsal yapıdan bahsedemeyiz. Kendi medeniyet kulelerimizi inşa edemeyiz. Bu kuleleri inşa ederken sürekli öğrenen, öğrenmeyi kendi içinde çoğaltan, öğrendiği bilgileri hayata geçiren, yaşayan, deneme yanılma yapan, bireyler olmalıyız.
Yenilenme adımları atılırken, gelecek adına yeni ve ayakları yere basan çalışmalar yaparken geçmişi görmezlikten gelemeyiz. Geçmişin eğitim, kültür, bilgi birikimi, her alandaki sosyal yaşantısını görmezlikten gelirsek gelecek adına hiçbir şey yapamayız. Geçmiş yaşantılar, bilgi ve deneyimlerden yararlanamazsak, telafisi mümkün olmayan hatalar yapmaya mahkûm oluruz.
Bilhassa; eğitim birikimleri, tecrübeleri göz ardı edilmemelidir. Eğitim veya öğrenme kuramları iki üç yüz yıllık bir geçmişe sahip değildir. Eğitim ve öğrenme kökleri yaratılışa kadar dayanan, daha varlık oluşmadan başlayan, oluşum evrelerinde ve öğrenmenin ilk yıllarında çok yoğun olarak gelişen, hayatın her evresinde kesintisiz devam eden aktif bir süreçtir.
Eğitim, kültür ve öğrenmek insan yaşamının her evresinde kesintisiz ve aktif olarak devam eder. Okulla sınırlandırılamayacak kadar ciddi, başkasına bırakılamayacak kadar paha biçilmez, ihmale veya suiistimale gelmeyecek kadar hassas bir konudur.
Geleceklerini inşa etmek adına, hayata hazırladığımız çocuklarımızı, gençlerimizi, gerekli gereksiz bazen detaylı bazen ansiklopedik çoğu zaman sosyal hayatın içerisinde ya da bireysel hayatın içerisinde hiçbir yeri olmayan, sadece belli uzmanlık alanlarında kullanılan bilgileri yükleyerek beyin potansiyelini geliştirmek insanları hayata hazırlamak imkânsızdır.
Hayata güçlü bir şekilde hazırlamak için; birey önce kendiyle yüzleştirilmeli, kendini iyi tanımalı sonra hayatla tanıştırılmalı, kişisel ve sosyal yaşam becerilerini geliştirmeli. Daha sonra hayatımızın bütününü sürdüreceğimiz mesleğe hazırlayacak bilgiler verilmelidir.
Okula Gitmekle Eğitim Sorunları Çözülmüş Olmaz
Bireyi okula göndermekle, matematik, tarih, fizik, kimya, coğrafya, benzeri derslerin konularını öğrenmekle eğitimin olmayacağını, insan tekâmülünün tamamlanmayacağını, salt bunların öğreterek eğitimin olmayacağı gerçeğini unutmamakta fayda vardır.
Ama biz; sadece mesleklerde dahi kullanılmayan bilgileri sorgulamadan, sorgulatmadan, kuru bilgileri öğrencilere yükleyerek başarılı olmalarını bekliyoruz. Öğrencilerimiz okula gidiyorlar; ama niçin gittiklerinin cevabını veremez haldeler. Sorgulamadan, düşünmeden, hayata hazırlamayan kuru bilgilerin yükü altında eziliyorlar.
Seçkin eğitim verdiğini iddia eden ve başarılı bireyler yetiştirdiğini söyleyen kurumların da çoğunluğunda; genellikle IQ tabanlı bir ölçüm ve değerlendirme yapılarak eleme yapılıyor. Yetiştirdikleri öğrencilerin büyük bir çoğunluğunun gözü, ya yurtdışında, ya da büyük kazançlar elde ederek, kendilerine kendilerince ve bencilce güç kuleleri inşa etmenin derdine düşüyorlar. Peki toplum, kültür, değerler, gelecek nerede kaldı? Bu tarz kişilere yönelik olarak bu sorunlar dile getirildiğinde, “boş ver bana ne, bu dünyada başkasının mutluluğu için çalışamam, ben önce kendimi düşünmeliyim”… tarzında cümlelerle karşılaşırız.
Dolayısıyla; okumayı bilen ama okuduğunu anlayamayan anladığını zannettiğini yorumlayamayan insan ilişkilerinde zorlanan, sosyal ve aile hayatının içerisinde tamamen pasifleşmiş; spor, sanat, edebiyat, kültür, doğal çevre, insan ilişkileri, inanç, değerler ve benzeri alanlarda tamamen yetersiz, bazen de tamamen pasif kişilikli bireyler çoğalmaya başladı.
Burada bize düşen görev; konuştuğumuz, eleştirdiğiniz konularda alternatifler üretmektir. Herkes kendi çapında, etki alanı içerisinde bulunduğu ortamda, küçük de olsa bir şeyler yaparsa, o küçük dediğimiz çalışmalar çok büyük ve güzel sonuçlar doğurmaya başlayacaktır.