Yazın en sıcak günleriydi. Askerliğini henüz yapıp gelmiş olan işsiz genç, balkonda uyuyordu. Rüyasında kar yağıyordu. Gece yarısı uyanınca bunun sebebini anladı; üşüyordu, hava bir hayli soğumuştu ve üstü açıktı. Kalkıp örtünecek bir şey getirmek çok ağır geldi. Yorgundu, geç uyumuştu, uyku çok tatlıydı. Bacaklarını karnına kadar çekip olabildiği kadar toparlandı. Fakat çözüm değildi, üşümeye devam ediyordu.
Derken yumuşacık bir battaniyenin, başı dışarıda kalacak şekilde üzerine örtüldüğünü hissetti. Üşümesi anında geçti, vücuduna çok tatlı bir sıcaklık yayıldı. Mutluluk bu olsa gerekti. Gözlerini hafifçe araladı. Tahmin ettiği gibi babasıydı. Kendisini izliyordu. Gidinceye kadar uyuma numarası yapmaya devam etti. Ancak uykusu da kaçmıştı. Aklına babasının dün akşamki konuşması geldi. Yine kızmış, yine “Bırak artık, içme şu sigarayı!” demiş, uzun bir nutuk çekmişti, zaman zaman sesini de yükseltmişti. Hoşlanmıyordu onun bu konuşmalarından. Belli etmese de çok kızmıştı ve “Sana inat içmeye devam edeceğim.” demişti içinden.
Nasıl da demişti? “Adam senin kötülüğünü mü istiyor? Aha bak, birazcık üşümene bile dayanamıyor; gece yarısı kalkıp üstünü örtmeye gelmiş. Seni seviyor. Yanlış mı söyledikleri?” Ona kızdığı için kendi kendine kızdı; ona inat içeceğim diye düşündüğü için utandı. Bir hafta sonra gireceği sınavdan sonra sigarayı bırakmak üzere kendi kendine söz verdi. Kararını hemen sabah kahvaltısı sırasında babasına da söyleyecekti. Nasıl da sevinirdi? Gözünün önüne onun memnuniyetle gülümseyen yüzünü getirdi. Battaniyenin vücuduna verdiği yumuşak, sıcak ve tatlı duygu gibi içine de yumuşak, sıcak ve tatlı bir şeyler akmaya başlamıştı.