Dünden bu güne insanlığı sulamaya devam eden, düşünceyi, hayatın, acının, aşkın, esenliğin, ayrılığın, vuslatın içinde yerleştiren şiir etkisini sürdürüyor.
Şiir ve düşünce biribirinden ayrılmaz bir bütünü oluşturur. Lüzumsuz işler peşinde olmayan şiir, acının sesi, hasretin ve sürgünün ağıtı, kavuşmanın umududur.
İçinde taşıdığı her bir kelimeyle hayata hükmeder şiir: Sevginin gülü, yağmurun sesi, hasretin iniltisidir şiir. Gurbetin türküsü, aşkın yankısı, savaşın sözcüsü, barışın iksiridir şiir.
Geçmişi geleceğe bağlayan en kavi, en kalıcı, en etkili ve en güçlü söz iklimidir şiir.
İslam öncesi Arap şiirini günümüze değin taşıyan bu kavi iklimde, Muallakati Seba (Yedi Askı) unutulmaz kaynaklık eder. Şiir yarışmalarının Ukaz panayırında gerçekleşip mısır ketenine yazılıp, Kâbe duvarına asıldığını biliyoruz. Buradaki şiir yarışması, asırlar öncesinden bu yana şiirin evrensel dokusuna işaret ettiği gibi; tılsımına, gücüne, sözün sihrine de işaret eder. Hangi yıllarda yazıldığı üzerine pek bir belirginlik olmasa da, şiir dilinin ayrıcalıklı olduğu, farklı dil ve üsluba dönüştüğü görülmektedir.
Örneğin; Yedi Askı diye ifade edilen İmruü’l-Kays, Tarafe ibnü’l-Abd (539-564), Haris bin Hilliza, Amr bin Kulsum, Antere bin Şeddad, Züheyr bin Ebu Sulme, Lebid adlı şairlerden oluştuğu kaynaklarda gösterilmektedir. Aynı dönemlerde yaşayan şairlerden Teabata Şanfara, kurnaz ve savaşçıdır. Koltuğunun altında bir uzun bıçak taşıdığından bahsedilir. Bu yönde hikâyeler anlatıp toplumun hafızasında kalmıştır. Yine Evs el-Hadıra, Zebban gibi şairlerin varlığı İslam öncesi dönemde anılmaktadır.
Dönem şairleri; bilmeceyi, fabl’ı (hayvanlara ait masalları), destansı hikâyeleri, masalları, halkın dilinde olan halk hikâyelerini anlatarak toplumun hafızasına hükmetmişlerdir. Bu yanda şiir toplumu eğitip geliştirirken diğer yandan düz yazının ehemmiyeti dikkatlere sunulmuştur. O zamanlarda şehri dolaşarak ağıtlar, hikâyeler nakleden “Samar” günümüzden otuz-kırk yıl evveline gidildiğinde mahalleleri, ilçeleri, şehirleri gezerek destansı şiirleri, türkü, ağıt formunda söyleyerek bilgilendirenlerin varlığıyla aynı anlamları taşıdığını göz ardı edemeyiz. Görüldüğü üzere aynı coğrafyada esen rüzgâr, yağan yağmur ve biriken kültür; ortak seslere, temalara, anlayışlara, duygulara yaslanıyor.
Asırlar boyu aynı iklimin, aynı birikimin derin izleriyle beslenen Müslüman halklar, yol haritasında, acılarda, sevinçlerde ortaktırlar. Kayıtlı ya da sözlü ne kadar bilgiler varsa, büyük medeniyetler inşa eden ecdadın alın terleriyle beslidir. Kur’an ve sünnet kaynaklı bir hayat anlayışıyla örülmüş, tepeden tırnağa kadar et ve kemik halini almış dünyaya bakışın, dünyada var olanlarla temasın, şiir tadında bir şefkati, merhameti içinde barındırdığı gibi acıyı da, savaşı da, barışı da içinde taşımaktadır.
Kur’an ayetlerindeki ses uyumları, vezin ve uyakları çağrıştıran akıcı ve kolay ezberlenebilir oluşu, sese ahenk, estetik ve sanat unsurlarının vazgeçilmezliğini, kendiliğinden hafızalarda yerleşerek şiirimize yataklık ettiğini söyleyebiliriz. Bunu söylediğimizde Kur’an’ın kesinlikle şiir olmadığını, hadisin ve sünnetin yani peygamberden sadır olan sözlerin de asla şiir olmadığını, onun şiir söylemediğini bilerek, inanarak ve iman ederek kaydettiğimizi ifade etmeliyim.
Yukarıda ifade ettiğimiz ana unsurlardan yola çıkarak diyebiliriz ki; Emeviler döneminde şiirin, ana damarının Kur’an’dan ilham alarak şekillendiğini, ölçü ve uyakların Kur’an’dan mülhem olduğunu, böylesine şiire yatkın bir lisanın şiirimizi de, edebiyatımızı da büyüttüğünü kabul etmeliyiz. İlk vahyedilen ayetlere, surelere bakıldığında görülmektedir ki şiir düzenini çağrıştıran uyaklar, duygular ve seslerle güzelleştirildikçe ruhlara dinginlik, coşku veren ayetler şiirin tanzimini belirlemede en büyük ana kaynaktır.
Şairlerin şiir yarışmaları dönemdeki gücü açısından bakıldığında söz ustalarının, iyi hatiplerin, toplum üzerindeki etkileri mutlak surette görülmüştür. Bu durum, şiirin gücünü daha da artırmıştır. Her geçen gün son dinin tebliğiyle şereflenen insanlar arasında şairlerin varlığı şiirin ehemmiyeti açısında da önemlidir. Kab bin Züheyr, Hassan Bin Sabit gibi şairlerin Peygamberden hırka alarak ödüllenmiş olmaları şiiri de şairleri de güçlendirmiştir.
Emeviler döneminde şiir, sanat ve edebiyat diğer ilimler gibi kıymet kazanmaya başlamış, böylece toplumun örnek alacağı şahsiyetler ayrıcalıklı hale gelmiştir. Burada denilebilir ki, şiirin giderek kıymetlenişi hayatın bütünüyle ilgileniyor olmasındandır. Yalnızca dini temaları kapsayan şiirler değil, hayatın bütün alanlarıyla ilgili şiirlerin yazılıyor olması kabulünde, etkisinde, coşkusunda, hafızalarda ezberlenişinde önemli olduğu muhakkaktır. Haris bin Halid, Abdullah bin Ömer Cerir, Ömer bin Abdullah, Ferezdak bunlardan bazılarıdır.
Ezcümle şöyle ifade edilebilir: Şiir, hikmeti ifade etme yoludur. Hikmete ulaşmak ise, ilimle, bilimle, sanatla meşgul olmayı gerektirir. Bu da bizim irfanın kapılarını açmamızı gerektirir. İrfan ehli, irfan sahibi olmak, tepeden tırnağa edeple boyanmaktır.